Doğu Anadolu’nun incisi ve kadim şehirlerinden Erzurum’a yaptığımız seyahat programımızın olmazsa olmaz rotalarından birini de 2016 yılında ülkemizin Cittaslow (sakin şehir) ağına dâhil olmuş, ülkemizin şirin ilçelerinden biri olan Uzundere oluşturuyordu…
Erzurum’a yaklaşık 85 km mesafede Artvin karayolu üzerinde Çoruh Vadisi içinde bulunan bu şirin ilçeye doğru yola koyulduğumuzda gün çoktan uyanmıştı... Güneş, yol boyunca hayranlıkla seyrettiğim sarp kayaların tepesinden gökyüzüne doğru usul usul yükselmeye başlamıştı bile… Şehre girer girmez sakinliği, etrafını saran sarp kayaların sarmaladığı yemyeşil doğal örtüsü ve harika doğasıyla hayran bırakmıştı kendisine bizi Uzundere…
Dünyanın en zengin biyolojik çeşitlilik bölgelerinden biri olan Kafkasya Ekolojik Bölgesi’nin batı ucunda yer alan ilçe ve çevresi birçok endemik bitki türü, memeli, kuş ve kelebek cinsinin yaşam bölgesi… Oldukça ilginç bir coğrafi yapıya sahip olan bölgeyi görünce akademik çevrenin ilgisinin boşuna çekmediğini anlıyorum elbette…
Gördüğüm kadarıyla şehir merkezi bir çırpıda gezip görülebilecek bir yer. İlçe merkezinde çok sayıda olmasa da bazılarının 200-250 yıllık olduğu söylenen kerpiç ve ahşaptan yapılmış evler, “Tarihi Ambarlı Eyvanlı Uzundere Evleri” diye adlandırılıyor. Bunlar arasında I. Dünya Savaşı'nda Ruslar tarafından karargâh olarak da kullanılan ev turistik cazibelerinden… Yakın civarda bulunan Kirazlı Kalesi, Cevizli Kalesi, Uzundere İnçer Camii, Dilgesor Gözetleme Kulesi yine gezip görülecek tarihî mekânlardan bazıları…
Uzundere’nin asıl ve en önemli özelliklerini sıralayacak olursak; sınırları içinde yer alan ve Türkiye’nin en önemli şelalelerinden biri olarak kabul edilen Tortum Şelalesi, yelken ve kano gibi su sporlarının yapıldığı Tortum Gölü ve çayı, Hıristiyan Gürcüler için son derece önem verilen Öşvank Manastır’ını belirtmem gerekiyor. Bu saydığım değerler Erzurum’a kadar yolu düşenlerin rotasında vazgeçilmezler arasına çoktan girmiş bile…
E haliyle biz de bu güzellikleri yakından görmek ve tanımak, sizlere aktarmak üzere kısa bir şehir merkezi turumuzun ardından Tortum Şelalesi’ne doğru yol alıyoruz.
Şelaleye hâkim konumda kurulan seyir terası ilk durağımız oluyor… Şelale suları yüksekten yere düşerken yarattığı gürültü, kulaklarımızda hoş bir seda oluştururken adeta bir yağmur gibi yüzümüze çarpan su zerreciklerinin verdiği serinlikle heyecanlı dakikalar yaşıyoruz. Oldukça kalabalık bir ziyaretçi, üzerlerine çarpan suyun etkisiyle -sudan çıkmış balık gibi olmamak üzere- platformdan çıkma heyecanıyla telaşlı bir koşuşturma içinde hoş görüntülere yol açıyor. Elbette biz de bu heyecanlı ortamın içinde buluyoruz kendimizi… Seyir terası (izleme platformu); ziyaretçilerin anı ölümsüzleştirmek üzere birbirleriyle yarışırcasına sanki bir fotoğraf stüdyosu gibi… Selfie çekenler ve suyun zerreciklerine bedenini teslim edenlerle dolup dolup taşıyor adeta…
21 metre genişlik ve 48 metre yükseklikten akan coşkun sular, muazzam görüntü oluştururken hayranlık uyandırıyor. Dünyada sayılı şelaleler arasında gösterilen Tortum Şelalesi, ülkemizin en yüksekten akan şelalesi olarak kabul ediliyor. Şelalenin ve çevresinin deniz seviyesinden yüksekliği 1000 metre. Oluşumu efsanelere konu olacak nitelikte adeta; 1700’lü yıllarda Kemerlidağ’dan ayrılan büyük bir heyelan kütlesinin Tortum Çayı’nın aktığı Tev Vadisi’ni kapatmasıyla oluşmuş.
Özellikle kışın donmuş görüntüsüyle, baharda akan çağıl çağıl haliyle doğaseverlerin gönlünde taht kuran Tortum Şelalesi’nde doğa sporlarının yanı sıra her kış geleneksel olarak yapılan buz tırmanışı sporseverlerin merakla takip ettiği etkinliklerden…
Heyecanlı bir o kadar da keyifli geçen şelale gezimizin ardından dinlenmek ve yemek molası vermek üzere rotamızı, Uzundere’nin Yedigöller diye adlandırılan saklı cennetine çeviriyoruz. Tortum Gölü’ nün uzantısı konumunda Ulubağ köyünün mahallesi Yıkık Bağlar, yöre halkınca Yedigöller olarak adlandırılan doğa harikası bir yer. Rakımı nedeniyle her türlü meyve sebze yetiştirilen alanda alabalık üretme çiftliği de var. Denizden yüksekliği 800 metre olan bu bölgedeki göller, Tortum Gölü havzasından çıkan suların meydana getirmesiyle oluşmuş. Görsel güzelliği ile büyüleyici bir atmosfere sahip alan, aynı zamanda Erzurum başta olmak üzere yakın çevrenin mesire alanı… Kısa bir mola vermek üzere oturduğumuz kır bahçesinde bir taraftan dinlenip bir taraftan yediğimiz alabalığın damaklarımızda bıraktığı enfes lezzetiyle keşfimize devam ediyoruz.
Dönüş yolunda Öşvank Kilisesi tabelasını görür görmez aracımızın yönünü bu defa Çamlıyamaç köyüne çeviriyoruz. Hristiyan Gürcülerin son derece önem verdiği bir ibadet yeri Öşvank Kilisesi… Köye girişimizde birçok kez yaşadığımız bir sahne tekrar ediyor… Köyün köpekleri karşılıyor bizi… Köy adeta terkedilmiş, kimsecikler yok. Öşvank Kilisesi’nin etrafında iskeleler kurulmuş. Restore edilmeye başlanmış görünüyor ama etrafında ne bir güvenlik görevlisi ne de bir bariyere rastlıyoruz. Kilise yarı yıkık harabe görünümüne rağmen, oldukça etkileyici görünüyor. Öşvank Kilisesi’nin 963-978 yılları arasında Gürcü Kralı Adarnese III’ün oğulları Bagrat ve Davit tarafından yaptırıldığı söyleniyor. Maalesef kapalı olduğu için muhteşem olduğu söylenen kilisenin içindeki renkli taş bezemeleri ve kabartma figürlerini göremiyoruz. Kilisenin arka tarafında art arda sıralı kemerleriyle oldukça büyük bir kalıntının daha olduğunu fark ediyorum. Adımlarımı o yöne çeviriyorum ve kilisenin etrafını dolaşmaya başladığımda gördüğüm manzara karşısında adeta şok yaşıyorum. Gözlerime inanamıyorum! İnanılır gibi değilse de gerçek karşımda apaçık ortada! Bir köy evinin briketten örülmüş bacası, tarihi yapıya bitişik örülmüş, kalıntılar içinden çıkarılmış. Üstelik dumanı da tütüyor! Hayretler içinde kalıyorum. Bu denli sahipsizlik ve duyarsızlık karşısında şaşırmamak mümkün değil. Aklıma bir anda fotoğraf sanatçısı merhum Ara Güler, “Oradaydım” belgeselinde Afrodisias Antik bile tanışmasını anlatan şu sözleri geliyor:
“Devir 1958… Biz basında çalışıyorduk. Benim de görevim nerede açılış varsa oraya gidiyorum Aydın’la Nazilli arasında Kemer Barajı açılıyormuş. Yine Adnan Menderes açıyormuş. Belediyeden bir araba verdiler. Şoför dedi “Ben bir kestirme yol biliyorum, oradan gidelim.” Kestirme yolu tuttu. Tabi biz yolu kaybettik. Sonra gittik köyü bulduk. Baktım bir ışık var. Bir kahve… Kahveye girdik, kahvede masa yok. Sütun başlıklarını koymuşlar masa yapmışlar, üstünde domino oynuyorlar, pişpirik oynuyorlar. Tarihin içinde tarihi kullanarak oyun oynayan bir millet. Çok hoşuma gitti.”
Öşvank Kilisesi’nden ayrılırken biraz önce gördüğüm manzara zihnimden bir türlü çıkmıyor. Nasıl bir benzerlik değil mi? “Ve de ne yaman çelişki!..”
Turizm gündemine ilişkin haberlerin her gün mail adresinize gelmesi için abone olun.
www.turizmguncel.com internet sitesinde yayınlanan yazı, haber, video ve fotoğrafların her türlü hakkı Turizm Güncel A.Ş.’ye aittir. İzin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez.
Copyright © 2018 - Tüm hakları saklıdır. Turizm Güncel
Tasarım & Yazılım Altyapısı DataNet Bilgi Teknolojileri