Prof. Dr. Tuncay Neyişçi

Turizmin arıtılmış hali

Turizmin arıtılmış hali

Çevre ya da ekoloji genellikle sanıldığı, gösterilmeye çalışıldığı gibi romantik bir konu değil sanıldığından çok daha güçlü ve derin ekonomik, politik bir konudur!

Turizmin başkenti Antalya dünyanın en geniş alan kaplayan traverten (tufa) platosu üzerinde kurulmuş bir kent. Antalya ayrıca dünyanın en uzun yalıyarı (falez) üzerine kurulmuş, dünyada örneği çok az olan bir kent. Doğusunda uzun ve ince kumlu Lara, batısında çakıl taşlı Konyaaltı plajlarıyla çevrili bu plato üzerinden denize 20'yi (bir zamanlar) aşkın şelalenin su boşattığı 20-25 metre yükseklik ve 12 kilometre uzunluğunda bir yalıyarlara hayat vermiştir.  Bir zamanlar Antalya şelaleleri ve değirmenleri ile bilinen bir su kentiydi. Duymuş ya da okumuş muydunuz? 

Malta adasından büyük (316 kilometrekare), 1 milyon 200 bin yaşındaki bu traverten plato 630 kilometrekare genişliğindedir ve ortalama kalınlığı 280 metre civarındadır. Bu platonun bir armağanı, uzantısı olan Antalya yalıyarlarının uzunluğu yaklaşık 12 kilometre, deniz seviyesinden ortalama yüksekliği 25 metre civarındadır.

DÜNYANIN EN BÜYÜK TRAVERTEN PLATOSU VE ONUN BİR UZANTISI OLAN DÜNYANIN EN UZUN YALIYAR ÜZERİNE KURULU KENTİ; ANTALYA. ÜSTELİK AKDENİZİN KUZEY KIYISINDA.

Akdeniz’in kuzey kıyıları dünya turizminin başladığı, geliştiği ve nüfusunun hızla arttığı coğrafyadır. Akdeniz, özellikle doğu Akdeniz, sınırlı besin maddelerine sahip dünyanın en verimsiz (oligotrof) ekosistemidir. Akdeniz sularının tipik turkuaz rengi ve berraklığı bu özelliği ile ilişkilidir. Bir doğu Akdeniz kenti olan Antalya’da bugüne kadar 234 antik kent keşfedilmiş ve kayıt altına alınmıştır. Her 90 kilometre karesine bir antik düşen Antalya, bu bakımdan da bir dünya birincisidir.

Turistler ve dolayısıyla turizm sektörü toplumun göreli olarak daha üst gelir ve daha iyi eğitim almış bölümünü oluşturur. Bu durum ister istemez turistler ve turizm sektörünün çevresel bilinç ve talebinin göreli olarak daha yüksek olmasına da yol açmıştır. Bir başka ifade ile turistler ve turizm sektörü çevre duyarlılığı yüksek bir gruptur.

Daha fazlası da var ancak bu kadarı bile Antalya’nın nedenli özgün bir kent olduğunun anlaşılabilmesi için yeterlidir. Konu ne olursa olsun, özgün coğrafyalar, peyzajlar, ekosistemler, kentler özgün yaklaşımları, özgün etkileşimleri, özgün yönetimleri gerektirler. Pek çok sektör ile etkileşim ve ortaklık içinde olmak durumunda olan turist ve turizm sektörü için bu özgün konum hayati öneme sahiptir. Turizm her anlamda küresel bir kavram, küresel bir sektördür.

Bu açıdan bakıldığında, sadece Türk turizminin başkenti olarak tanıtılan Antalya’da değil tüm Türkiye’de turizmle bağı olan herkes ve her kesimin Antalya ve ülkeyi ilgilendiren hemen her konuda öncü ve etkin olarak görev ve sorumluluk alması kaçınılamaz zorunluluktur. Turizm; konaklama tesisleri, denizler, ören yerleri, ulaşımla olduğu kadar imar planları, ormanlar, fiyatlar, eğitim, sağlık, ekonomi gibi yaşamı ilgilendiren ve etkileyen önemli önemsiz, büyük küçük ayırımı yapmadan hemen konuyla ilgilenmeli insiyatif almalıdır. Tüm bunları yapmaya çalışırken, yerel ve küresel baskılardan en düşük seviyede etkilenmeye çalışarak kaynakların en verimli ve akılcı kullanımı ile artı gelirin en üst noktaya çıkarılmasını hedeflemelidir.

Bu uzun girişi Antalya’da turizm yatırımlarının ivme kazanmaya başladığı yıllarda yaşananların daha iyi kavranabilmesi için yaptım. Olay şu;

1980’li yıllarda hem Antalya kent içi ve hem de Güney Antalya Turizm Gelişim Projesi (GATGP) uygulamalarında kanalizasyon ve arıtma tesisi inşaatları tartışmaya açılmıştı. Turizm ilgililerinin bu tartışmalara etkin biçimde katıldıklarını hatırlamıyorum.

Bu büyüklükteki bir traverten plato üzerine kurulmuş, evsel atık sorununu “zerzemin” adını verdikleri basit bir yolla çözmüş bir kentte kanalizasyon ve buna bağlı olarak arıtma tesisine gerek var mıydı? Çoğunuza şaşırtıcı gelebilecek bu soruya farklı yanıtlar bulabilme üzerinden çözüm aramadan önerilen çözümü kabul etmek doğru bir seçenek olmayabilir. Bana göre öyle de oldu. Neden mi?

Birincisi zerzemin (atık suların traverten plato çatlakları arasından sızdırılması) çözümünün geliştirilebileceği üzerinde hiç durulmadı. Basit tek odalı foseptik çukurları (zerzemin) iki ya da üç odalı olarak inşa edilebilirdi. Bu kentin 3-5 katı geçmeyen yapılarla daha geniş alana yayılmasının planlanmasıyla desteklenebilirdi. O dönemde yaptığım çalışmalarda zerzemin sisteminin, o basit haliyle bile, hiçbir ciddi soruna yol açmadığını gözlemiştim. Uluslararası finans kuruluşlarının sağladığı kredilerle gerçekleştirilen kanalizasyon ve ağırlıklı olarak çevreci grupların baskısıyla biyolojik arıtmaya dönüştürülen atık su arıtma tesislerinin borçlarını hala ödüyor olmalıyız.

Kentsel atık suların arıtıldıktan sonra denize boşaltılması denize ulaşan kirliğin (nokta) sadece yüzde 15-20 oluşturduğu genel kabul ediştir. Geri kalan yüzde 80 kirlilik, hiçbir işleme tabi olmadan yağmur sularıyla (yüzey) denize ulaşır. Buna ırmak ve nehirler de dahildir.

Yanıt aranması gereken birinci konu; kıyıya 3 kilometre uzakta -50 metre derinlikten 300 metre uzunluğundaki difüzör ile derin deniz boşaltımına göre planlanan ön arıtma tesisi hangi gerekçeyle biyolojik arıtmaya dönüştürüldü. Bu noktada Akdeniz’in oligotrofik (besin maddesi bakımından fakir) yapısı devreye girer. Biyolojik arıtmayı denizin bizatihi kendisinin yapabilmesi söz konusuyken neden böyle gereksiz (inşa, bakım ve işletme) bir masrafa girilmiştir? Daha da önemlisi, yüzeyden denize ulaşan kirlilik oranının toplam kirliliğin yüzde 80 olduğu bilinirken kent yüzeyinden denize ulaşan içeriği bilinmeyen yüzey sularının yağmur suyu toplama kanallarıyla toplanarak hiçbir işleme tabi tutulmadan denize boşaltılmasıdır. Bu büyük masraflarla inşa edilen ve işletilmekte olan biyolojik arıtma tesislerinden beklenen faydayı sıfırlamaz mı? Antalya’da yaşayanlar şiddetli sağanak yağmurlardan sonra yağmur sularının yaklaşık yarım saat içinde traverten zemin tarafından emildiğine tanıklık etmişlerdir. Travertenin bu özelliği dikkate alınmadığı için aynı kent bugün her yağmur sonrası Venedik manzaraları sergilemekte.

Gelelim turizme. Sizce daha hiçbir yatağını pazarlamadan GATGP arıtma tesisi projesini, hem de en ileri teknolojide, hayata geçirmek ticari ve çevresel açıdan mantıklı mıdır? Çoğunuza çok tuhaf görüneceğinin farkındayım. Daha basit, etkin ve ekonomik çözümler üzerinde düşünüp tartışmadan böyle pahalı bir projenin maliyetleri artıracağı ve rekabet gücünü sınırlayabileceğinin de hesaba katılması gerekmez mi?

Yaşanmış bir örnek. Antalya kanalizasyon ve arıtma tesisleri proje aşaması sırasında arıtma tesislerini yerinde incelemek amacıyla, sanıyorum ihaleyi alan firmanın sponsorluğunda, Barselona ve Lizbon kentlerine gittik. İş edinip Barselona çevresindeki birkaç konaklama tesisi ve turizmci ile temasa geçtim. Bu kıyıda en azından 20 yıldan beri turizm yapıldığını 4-5 sene öncesine kadar civarda hiçbir arıtma tesisi olmadığını, atık sularını denize (sıfır) verdiklerini söylediler. Plajların hepsinin mavi bayraklı olduğunu da eklediler.

Bu kesinlikle arıtma tesisine gererek yok anlamına gelmez. Ancak çevreyi düşündüğümüz kadar ekonomiyi, kültürü, vb. (çok farklı yönleriyle) de düşünmemiz gerektiğinin altını çizer. Travertenleri ve Akdeniz’i, Antalyalıyı, turisti ve turizmi birlikte düşünebildikçe sorular ve yanıtlar değişebilir. 2000’li yılların başında ABD’de sunduğum bir bildirinin başlığını vererek bitireyim.

“Çevre teknoloji ürünleri, özellikle gelişmekte olan ülkelerde, en yaygın çevre kirleticilerine dönüştü”


Bu Makale 06.01.2025 - 10:18:17 tarihinde eklendi.


Kullanıcı Yorumları
Henüz yorum yapılmadı.
En Çok Okunanlar
Bunları Okudunuz Mu?
Yazarlar
Tüm Yazarlar
GÜNCEL HABERLER
SEKTÖREL HABERLER

Turizm gündemine ilişkin haberlerin her gün mail adresinize gelmesi için abone olun.