Turizm, yollar, kazalar...
Konunun ciddiyetiyle, alındığı söylenen tedbirler ve çözüm için yaklaşımların tutarsızlığı en üst kertede.
KAYBOLAN CANLAR
Son yılların modası her uzatılan tatilde ölü sayıları ile istatistik çıkartmak marifet değil. Artık bu rakamların tam gerçeği yansıtmadığı da bilinen bir gerçektir. Yani durum görülmek ve gösterilmek istediğinden daha da vahim bir hal almıştır. Önce sorunları tanımlayalım. Tatil için seyahat bir turizm olgusu mudur? Evet, ise yolların durumu turizm ile doğrudan bağlantılı mıdır? Yolların imalat şartları ve fiziki durumu hangi bakanlıkları ilgilendirir veya ilgilendirmelidir? Peki, burada esas işi düzenlemeleri yapması ve gerekli denetlemeleri yapması gereken trafik polisi ayağı nerede? Bu cümleyi açmaya çalışırsam, yollar imal edilirken eskiden olduğu gibi karayolları ve trafik onayı istenmekte midir?
İşte ilk kritik noktanın tespiti buradadır, konuya şaşı bakmayalım. Yol inşa etmek marifet midir? Duble yol diye bir kavram karayolları sözlüğünde var mıdır? Denebilir ki, bu kavram dünyaya bizim katkımız olsun diye ortaya atıldı. Mantık olarak belki doğru sayılabilir ancak imalat usulleri ve asfaltı imal eden firmaların bu konu üzerindeki deneyimi tartışılmalıdır. Eğer hatırlanırsa kamu, elindeki inşaat makine parkurunu yol yapacak firmalara tahsis etmiş ve belki de çalışma hayatında ilk defa asfalt makinesi gören bazı firmalar bile otoyol yüklenicisi olmuştur. Hemen bununla ilintili olarak, üstün zekâ tasarımı(!), taşeron sistemi işi alanla işi bitiren firmaların takibini de zorlaştırmıştır. Burada konusunda uzman firmaları, eğer iş kapabildilerse, konunun dışında tutuyorum. Bu yollarda en basit su birikinti yüzdesi, viraj (dönemeç) eğimi, asfalt dayanımı gibi teknik ancak kullanılması gerekli teknik normlar mevcut mudur? Örneğin eskiden yollarda yapılan dönemeç eğimini son 20 yıldır şehirlerarası ve şehir içi yollarda görmek olanaksız.
İkinci kritik nokta asfaltın neye göre ve nasıl yapıldığı ile ilgilidir. Asfalt inşası özel uzmanlık ve bilgi deneyimi isteyen bir mühendislik işidir. Bir yolun yapımı sırasında üç yüz maddeden fazla kontrol noktası vardır. İşe zeminle başlayıp, aradaki geçirgenlik katmanları, sıkıştırma sertliği, asfalt pürüzlülük kıstasları, su tutma ve kaydırma deney katsayıları gibi türlü uzmanlık konuları aynı noktada buluşmalıdır. Eğer bir asfalt yol tekniğine uygun olarak yapılırsa dayanım ömrü ortalama 15-20 yıldır. Bu rakam ortalama bir değer ifade etmekle birlikte iyi yapılan yollar bakım ve ilave onarım çalışması istemeden yolu kullanan kişilere hizmet vermektedir. Peki, açık yüreklilikle bu ölçütün yakınında olduğumuz iddia edecek bir babayiğit çıkar mı? Bence imkânsız. Özellikle büyük ölçekli şehirlerde ve ne yazık ki turistik yörelerde her yıl asfalt çalışması yapılarak belki de bu dalda dünya şampiyonluğu ödülünün sahibiyiz. Bazen yabancı dostlarımız her yıl yeniden yapılan yollar için “bu yıl hangi desen moda acaba” diye espri yapmaktadırlar. Bunda yolu yaptıran, yapan ve onay veren makamlar hiç sıkılma ve yüz kızarma gibi algılara sahip midir? Hiç sanmam.
Üçüncü kritik nokta ise kurban olarak adlandırılabilecek “acemi” şoförlerle ilgili. Yola çıkan sürücü belgesi sahibi şoför nitelik ve nicelik açısından uzun yol ve emniyetli sürüş tekniklerinden haberdar mı? Belki de aracı en son model, her türlü ABS, ASR, hidrolik direksiyon, hava yastıkları gibi güvenlik donanımlarına sahip ancak kaç kilometrede hızda aracın durabileceğinin bilincinde mi? Kendi sürüşünün karşı yönden gelen veya aynı şeritteki diğer sürücü için tehlike başlattığının farkında mı? Kara mizah olarak yıllar önce ehliyet sayısı ile AB katılımı palavrası halka anlatılarak henüz trafikte yeterli olmayan sürücülerin yollara çıkışı teşvik edildi. Sonuçlar ortada. Ne yazık ki sürücü eğitimi ile gerekli yöntemler de uygulanmamaktadır. Aslında ileri devletler bu işi nasıl b
Bir kişinin devlete maliyetinin sorgulanma zamanı gelmedi mi? Tek bir vatandaşın devlete doğumundan başlayarak ölümüne kadar ne kadar bir masraf getirdiği, kişinin yaptığı işler, başarı ve katkıları ile bu miktarın ne kadarını geri ödediği hesabının yapılması gereklidir. Ciddi devletler gayrı safi milli hasıla (GSMH) hesaplarını verimlilik üzerinden yapmaktadır ve bu değerin içine vatandaşın devlete katkısı da yer alır. Bir gecede kişi başına gelirin binlerce dolar artması haklımızda sevinç ve gurur vesilesi olsa da gerçek hane zenginliği ne yazık ki rakamları doğrulamamaktadır.
RESMİ KAYNAKLAR NE DİYOR?
Karayolları Genel Müdürlüğü internet sitesinde kısa bir gezinti yapmanızı öneriyorum. Bütün verileri burada ele almak yerine çarpıcı bazı değerleri dikkatinize sunarak, eğer ilginizi çekerse internet adresini ziyaret etmenizi tavsiye ediyorum.
Öncelikle bilgiler nedense 2009 yılına ait. Yolların fiziki durumlarına göre ölüm yüzdeleri ilginç.
Yatay Güzergâh – Düz Yol – Şehir içi: % 86,69; Şehir dışı: % 75,34
Düşey Güzergâh – Eğimsiz – Şehir içi: % 75,55; Şehir dışı: % 67,57
Kavşak – Kavşak Yok – Şehir içi: % 50,90; Şehir dışı: % 86,05
Bu veriler bile yolların kazaya ne kadar etki ettiğini açıkça gösteriyor. Bir ilginç detay ise, verilerin Jandarma tarafından toplanmış bilgileri kapsamadığının tabloların altında yazması. Özellikle tatillerde meydana gelen ölümlü kazaların genelde Jandarma bölgesinde yer aldığı, şehir içinde olmadığı hepimizin bilgisi içinde. Dolayısıyla hem Karayolları Genel Müdürlüğü, hem Jandarma, hem hastanelerden toplanması gereken verilerin irdelenerek daha sağlıklı ve elle tutulur çözümler ve önlemler alınması gerekmez mi?
Bir diğer ilginç veri ise çeşitli ülkeler ile veri karşılaştırması tablosunda. Bize nüfus olarak en yakın, Avrupa’ da ileri bir ülke olarak Almanya ele alınırsa, araç sayısı ve kaza sayısı bizim rakamların üç katından fazla olmasına rağmen ölü sayısı birbirine çok yakın. Dünyaya geliş amacımız ve yaşamımızı göz önünde bulundurursak hem kendi hem de tüm insanlık yaşamı ve hayatı sürdürme çabalarının bizimkiyle aynı olması gerekliliği ortadadır. O halde hem kendi hayatımızı hem de yaşamı paylaştığımız diğer insanların hayatlarının ne kadar değerli olduğunu hiçbir zaman unutmadan ivedi çözümler üzerine yoğunlaşmalıyız. Unutmayın, hayat kaybedildikten sonra hiçbir şeyin önemi kalmaz.
Bu noktada turizm ile karayollarının durumunu irdelemek ve her türlü olumsuzluğu irdeleyerek çözüm yolları bulmak zorunda olan ilgili kamu ve STÖ (Sivil Toplum Örgütü) yöneticilerini göreve çağırmak zorunludur. Her yıl iki kere alışkanlık haline gelen dini bayramların uzatılarak sözde iç turizmi canlandırma palavrasından kurtularak binlerce cana kast eden bu kritik konunun çözümü için ivedi tedbirleri sıralamak gereklidir. Aslında konu tipik bir tek kaynaklı taşıma sisteminin sonucudur. Raylı sistemler devreye girmeden karayollarında meydana gelen kazalar azalabilir mi? Olanaksız! Yabancılar bu işi nasıl çözmüş diye bakınca durumun vahameti çıplak olarak göz önünde durmaktadır. Örneğin bir yeraltı treni taşıma işi Ankara ve İstanbul’ da sorun olmuştur. Hâlbuki pek çok yabancı ülke turistik şehirlerinde trenler nedense (!) zeminde hareket etmekte ve aynı yolu otobüs, araç, motor ve bisiklet kullanmaktadır. Yer altında çalışmak masrafı zeminden yapılanla oranla 8 misli fazladır. Her şeyin tam ve tekniğine uygun olarak yapıldığını kabul etsek bile bu iletişim sistemini kullanan kişilerde ilave olarak ortaya çıkan psikolojik rahatsızlıklar işin pek dikkat edilmeyen diğer tarafını işaret etmektedir.
EĞİTİM ŞART!
Sürücü, yaya ve kamu olarak kim sorumluluk bilincinde? Hangi taraf haklarını ve yetkilerini ne kadar biliyor? Ehliyet almak kolay ancak yola çıkarak hem kendi hem de karşıdaki sürücünün emniyetini riske atmamak için yapılması gereken bir dizi işi kim üstelenecek? Örneğin medya, izdivaç programları gibi saatlerce süren ve kime fayda sağladığı belli olmayan programlar yerine trafik ve kurallar ile ilgili olarak çoğu TV seyircisinin izlediği normal saatlerde yayın yapmayı hiç düşünmez mi? Yayınları düzenlemesi gereken kurumlar bu sorumluluğu ne kadar hissetmektedir? Gerçi bununla ilgili yazılı bir kural var ancak programlar sadece bir iki TV’ de sabaha karşı 03.00 gibi bir saatte verilmektedir. Tabloyu iyice görmeye çalışırsak, herkes bir yerden tutuyor ancak bu hiçbir zaman kaybedilen canların, yok olan insanların yerine getirilmesini sağlamaktan çok uzakta.
Aslında yolların teknik olarak tamamen belli standartlar seviyesine gelmesi yanında trafik ile ilgili sürücü ve yaya tarafının sürekli eğitilmesi ile sorunların azalacağı ortadadır. Sürdürülen politikaların tersine, yolların tekniğine uygun olarak yapılması, bu konuda kamunun vatandaşın gözünü boyayarak oy avlama kaygısının artık dışına çıkılmalıdır. Unutulmamalıdır ki, yolların adını ve tanımını değiştirmek sadece ölü sayısını artırmaktadır. Ne yazık ki istatistiklerde yoldan sıçrayan taşlar, asfalt bozukluğu ve düşük banket, işaret ve uyarı eksikliklerinden meydana gelen kazalar çarpıcı olarak yer almamaktadır. Çok sık değişen yasalarda bu durumla ilgili yaptırımlar söz konusu edilmemektedir. Örneğin yollardaki olumsuzluktan kim sorumlu tutulacaktır? Olması gereken birbirini boşluk yapmadan takip edecek kamu eksik yaptırımlarının da ceza muhakemesi sisteminde yer almasıdır. AB ülkelerinde ve diğer ileri ülkelerde kamu eksiklik veya kusurlu davranışlarından dolayı ceza alabilir ve tazminat öder. Peki ya ülkemizde böyle mi?
Yoksa biz başka bir ülkede mi yaşıyoruz?
Bu Makale 10.10.2011 - 14:53:04 tarihinde eklendi.