Turizm söylencemiz
Kanaat önderlerinin, hepsi değilse de büyük bölümünün Berlin’de olduğu şu günlerde söylencelerden söz etmenin tam zamanı. Politika ve stratejiler gerçekler üzerine değil söylenceler (mitolojiler) üzerine oturtulduğunda bu tür toplantılar çoğunlukla söylence üretiminin bir parçasına dönüşebilirler. Turizm söylencemiz aslında Anadolu söylencemizle çok yakından ilgilidir. Anadolu’yu gerçekten tanıyor muyuz?
Anadolu her kültürden “Anatanrıça” ların, her kültürden “söylence”lerin yurdu olduğu kadar dünyanın, hiç abartısız, en ilginç, en özgün, en karizmatik coğrafyasıdır. Üzerine basarak söylemek gerek; en ilginçlerinden, en özgünlerinden ya da en karizmatiklerinden biri değil en ilginç, en özgün ve en karizmatik coğrafyası!
Hem evrimsel hem de kültürel açıdan ele alındığında insan tümüyle coğrafyanın, bir başka ifade ile doğanın ürünüdür ve tümüyle coğrafya ya da doğa tarafından biçimlendirilmiştir. İnsanın bir uzantısı olarak kültür, insanın coğrafyayı yani doğayı biçimlendirme ve biçimlendirirken sürekli yeniden biçimlenme sürecinden öte bir şey değildir. Dağ zirvesinden okyanus dibine, atom altı parçacıklardan Mars’a geniş bir alan, doğrudan ya da dolaylı olarak insanı etkilemiş, insan tarafından etkilenmiş ve “kültür”e dahil edilmiştir. Taşı-toprağı, Göbeklitepe’si-Safranbolu’su, dağı-ovası, Apollonius’u-Fatih’i, Dicle’si-Fırat’ı, Mehmet’i-Hans’ı, Hattuşaş’ı-Efes’i, Türk’ü-Kürt’ü, kurdu-kuşu, sazı-sözü, börtüsü-böceği, somutu-soyutuyla Anadolu Yarımadası bu olgunun en tipik, en belirgin ve en çarpıcı örneğidir. Farkında olunsa da olunmasa da, Anadolu, bilinmediği kadar bilinen, bilindiği kadar da bilinmeyen gizemli, özgün ve anaç bir coğrafya parçasıdır.
Coğrafi bir terim olarak “Eski Dünya”, keşifler öncesinde yerkürenin bilinen kara parçaları olan Avrupa, Asya ve Afrika'yı birlikte tarif etmek için kullanılır. Anadolu tam da bu eski dünyanın üç kıtasının birleştiği bir noktada konuşlanmış, bu kıtalardan etkilenmiş ve bu kıtaları etkilemiş bir coğrafya parçasıdır. Bu nedenle Anadolu, mavi gezegenimizde başka hiçbir coğrafya parçasına nasip olamayacak biçimde, biraz Asyalı, biraz Avrupalı ve biraz da Afrikalıdır.
Birbirine kesintisiz karasal yollarla bağlı, insanın en yoğun ve en hareketli olduğu ve diğer kara parçalarına yayıldığı bu coğrafyanın Kuzey Buz Denizi’nden Hint Okyanusu’na uzanan kuzey-güney ekseni ile Büyük (Pasifik) Okyanus’tan Atlas Okyanusu’na uzanan doğu-batı ekseni yaklaşık eşit (≈ 12 000 km) uzunluktadır. İlginç olan, Anadolu Yarımadası’nın bu iki eksenin birbirleriyle kesiştikleri noktada konuşlanmış olmasıdır. Üstelik bu özel konum Anadolu Yarımadası’na, ister istemez, kıtalar ve kültürler arası köprü niteliği ve işlevi de yükleyen, dünyamızın doğu-batı yönünde uzanan tek yarımadası olma ayrıcalığını da kazandırmaktadır. Bu nedenlerle Anadolu, mavi gezegenimizde başka hiçbir coğrafya parçasına nasip olamayacak biçimde, biraz doğulu, biraz batılı, biraz kuzeyli ve biraz da güneylidir. Anadolu her kıtanın ve her yönün birlikte yaşandığı, efsanevi denizlerle -Karadeniz, Akdeniz, Ege Denizi- kuşatılmış bir coğrafyadır. Anadolu’nun gerçek bir doğal ve kültürel değerler müzesi niteliği bu konumla yakından ilgilidir. Kısacası Anadolu başlı başına bir dünyadır.
Eski Dünya’da hangi kıtaya ya da hangi yöne gitmek isterseniz isteyin yolunuzun Anadolu Yarımadası’ndan geçmesi neredeyse kaçınılmazdır. Bu, insanlar için olduğu kadar bitki ve hayvanlar için de böyledir. Doğu-batı ekseni tümüyle 38-40 kuzey enlemleri koridoruna paralel olarak uzanır ve Anadolu üzerinden geçer. Bu ana eksen, bazı yüksek geçişler dışında, önemli sayılabilecek iklim farklılıklarının yaşanmasına izin vermediğinden hem insanların hem de bitki ve hayvanların göreli olarak daha kolay ve daha hızlı hareket edebilmelerini ve daha da önemlisi istedikleri yerde kök salabilmelerini mümkün kılar. Üç kıta arasındaki her hareketin, insanlar, bitkiler ve hayvanlar için en uygun ekolojik koşullara sahip Anadolu Yarımadası köprüsünü kullanma zorunluluğu vardır. Bu yolculuklar için Karadeniz’in kuzey kıyıları fazla soğuk ve ıslak, Akdeniz’in güney kıyıları fazla sıcak ve kuraktır.
Turizm Söylencesi (mitolojisi) 1: Böylesine farklı, karizmatik ve özgün, söylenceler diyarı bir coğrafyada, Anadolu’da, böylesine farklardan arındırılmış, benzer ve sıradan (deniz, kum güneş) bir turizm üretmiş olabilmek başlı başına bir söylence, “Turizm Söylencesi” değil midir?
Atalarımızın Afrika’da evrimleştiği ve yaklaşık 1-1,5 milyon yıl önce başlayan göç hareketleriyle Asya ve Avrupa kıtalarına yayıldığı tezi bilim insanları arasında genel kabul görmektedir. Anadolu Yarımadası, ilk gününden başlayarak bu göç ve yayılma sürecinde de kesintisiz, önemli roller oynamıştır. Anadolu Yarımadası’nın bu hareketlerde oynadığı “baş rol” Antalya’nın sadece 40 km kuzeyindeki Karain Mağarası’nda gün ışığına çıkarılan ve 500 bin yıl öncesine tarihlenen avcı-toplayıcı atalarımıza ait izlerle kanıtlanmaktadır. Karain mağarası büyüklüğü ve paleolitik çağdan klasik çağa kadar sürekli iskan görmüş olması dikkate alındığında, paleolitik dönemin toplu konutu olarak da kabul edilebilir.
Batı Toros Dağları’nın güneye bakan yamaçlarında yer alan bu paleolitik toplu konutun, Karain Mağarasının, kuş uçuşu yaklaşık 170 km kuzeydoğusunda ancak aynı dağların bu kez güneye bakan eteklerinde bir başka yerleşim yeri, “Neolitik Devrim” in gerçekleştiği Çatalhöyük yer almaktadır. Dokuz bin yıllı aşan geçmişi ve beş bini aşan nüfusuyla Çatalhöyük neolitik yerleşimlerin tartışmasız başkentidir. İlk şehir planı ya da haritaya ek olarak, tüm sanat tarihi ders kitaplarında (ve ayrıca Guinness rekorlar kitabında da), bir peyzaj içinde insanı gösteren ilk “resim”in (tablonun) üretildiği yerleşim olarak gösterilen Çatalhöyük, döneminin nüfus büyüklüğü ölçü alındığında, günümüzün İstanbul’u ya da New York’una eş değer bir yerleşim yeridir. Anadolu hem paleolitik ve hem de neolitik dönemin ilk ve en büyük yerleşimlerine ev sahipliği yapmış özgün bir coğrafyadır.
Anadolu Yarımadası ve onun ana karaya bağlanma noktasını oluşturan, yazı ve tekerlek gibi insanlık için son derecede önemli keşiflerin gerçekleştirildiği “Bereketli Hilal” ilk bitki ve hayvan türlerinin evcilleştirildiği, ilk tarım ürünlerinin yetiştirildiği coğrafyadır. İlk kez buğday tarımının yapıldığı ve köpeğin evcilleştirildiği yerleşim yeri olarak bilinen Çayönü, gerçek boyutta bilinen en eski insan heykelinin bulunduğu Nevali Çori, gönümüzden 12 bin yıl öncesine tarihlenen bilinen en eski kutsal alan Göbeklitepe, vb. yerleşimler neolitik devrimin bilinen tanıklarından bazılarıdır. Dikkat çekici ve bir o kadar da ilginç olan, Karain Mağarası, Çatalhöyük ve Mezopotamya da dahil, bu yerleşimlerin tümünün Toros Dağları ile bağlantılı olmasıdır. O Toros Dağları ki adını Çatalhöyük’te kutsanan güç ve bereket simgesi “Boğa”dan alır ve insanlığın ilk uygarlını gerçekleştirdiği Mezopotamya topraklarına can veren efsanevi Dicle ve Fırat nehirlerine analık eder.
Turizm Söylencesi 2: Fransa’daki aynı döneme ait Lascaux Mağarası’nın kopyasını günde sadece(!) 2.000 kişinin ziyaret etmesine izin verilirken, turizmin başkentine sadece 40 km uzaklıktaki Karin Mağarası’nın aslını 2011 yılında toplam (!) 26.197 kişinin (7.320 ücret ödeyerek, 18.877 ücretsiz) ziyaret etmiş olması; Londra’ya 140 km uzaklıktaki yaklaşık 4500 yıllık Stonehenge’i yılda bir milyon kişi ziyaret ederken 9500 yıllık geçmişe sahip Neolitik Çatalhöyük’ü sadece 7.000 kişinin, ücret ödemeden, ziyaret ediyor olması bir turizm söylencesi değil midir?
İpek ve Baharat gibi malların taşınmasına olduğu kadar bilgi, teknoloji ve kültür değişimine de önemli katkılar sağlayan eskinin İpek ya da Baharat Yolu’nun ana rotası da, büyük ölçüde, eski kıtanın doğu-batı ekseni ile çakışmakta ve Anadolu’da düğümlenmektedir. Anadolu Yarımadası, doğu kültür ve yaşam biçimi ile batı kültür ve yaşam biçiminin en yoğun biçimde etkileşime girdiği ortamı oluşturarak günümüz melez kültürünün, bir anlamda “Ana Rahmi”, “Gerdek Odası”, işlevini görmüştür. Her ne kadar eski Yunan’a (Helen) bağlanıp saf batı kültürü olarak adlandırılmaya çalışılsa da bu, aslında, Eski Dünya’nın üç kıtasının binlerce yılda yaratmış olduğu birikimin Anadolu Yarımadası’nda bir araya gelerek yeni bir kalıba dökülüp yeni bir içeriğe kavuşturulduğu melez bir Kültürdür ve tabii ki Anadolu ağırlığı ve damgasını taşır. Diğer kanıt ve tartışmalar bir yana, dünyamızın bilinen üç antik kütüphanesinden ikisinin - Bergama, Efes - Anadolu (Asya) ve birinin de Afrika (İskenderiye) kıtalarında olması dikkat çekidir.
Ayrıca, isim babalığını İzmirli ünlü tarihçi Heredot’un yaptığı ‘Dünyanın Yedi Harikası’ndan üçünün batı Asya (Babil’in Asma Bahçeleri, Artemis Tapınağı, Pers satrapı Maussollos'un Anıt Mezarı), ikisinin kuzey doğu Afrika (İskenderiye Feneri, Keops Piramidi) ve diğer ikisinin de doğu Avrupa’da (Rodos ve Zeus Heykelleri) bulunuyor olması, adı geçen kıtaların bu melezlikteki gerçek katkıları konusunda fikir verebilecek nitelik ve açıklıktadır. Sütunlarıyla Yunan, Piramidal çatısıyla Mısır mimarisine akrabalığını sergileyen ve dünya kültürüne “mozole” (anıt mezar) sözcüğünü armağan etmiş olan Maussollos Anıt Mezarı ve Antipatros’un ihtişamını “Olimpos dışında güneş hiç bu kadar büyük bir şeye bakmadı” sözleriyle ifade edebildiği Efes Artemis Mabedi gibi harikalara ev sahipliği yapan Anadolu Yarımadası’nın ayrıcalığı burada da kendini göstermektedir.
Turizm Söylencesi 3: Bu iki dünya harikasının bugün bakımsız iki çukur, birkaç mermer parçası ve dikili bir sütunla turizmin hizmetine sunulmuş (!) olması da bir başka hüzünlü, hüzünlü olduğu kadar düşündürücü turizm söylencesi değil midir?
Anadolu sözcüğünün Yunan dilinde “doğu” ya da “güneşin doğuşu” anlamına gelen anatole sözcüğünden türemiş olduğu iddiası hem gerçek ve hem de mecazi anlamda Anadolu Yarımadası’nın ve Asya’nın ağırlığını onaylarken, “Işık Doğudan Yükselir” deyimine de gönderme yapar. Belki de Helenizm’i doruk noktasına çıkardığı için hakkında onlarca film yapılıp yüzlerce kitap yazılan Büyük İskender, biraz da öç almak düşüncesiyle doğuyu merak etmiş, hakkında çok az yazılıp çizilen ve MÖ 490 da Yunanistan’ın kalbine sefer düzenlemiş doğunun güçlü Pers İmparatorluğunu fethetmeyi hedeflemiştir.
Günümüz dünyasında yaklaşık 3 milyar kişinin ana dil olarak konuştuğu ve İngilizce, İspanyolca, Hintçe, Almanca, İtalyanca, Fransızca, Rusça, Portekizce gibi en çok konuşulan 20 dilden on ikisinin dahil olduğu Hint-Avrupa dil ailesinin Anadolu’da neolitik devrimin (MÖ 7-6 000) bir sonucu olarak artan tarımsal nüfusun göç hareketleriyle, buradan önce Avrupa’ya ve daha sonra da tüm yönlere ve kıtalara dağıldığı bilimsel olarak kanıtlanmış bir geçektir. Bu bilim dilinde Anadolu Hipotezi olarak adlandırılır. Örneğin, Hititçe Hint-Avrupa dil ailesine ait bir dildir. Bu dili çözen Hrozny’nin tercüme ettiği ilk cümle “Ninda-an ezzateni watarra ekutteni”, “Ekmeği yiyeceksiniz suyu da içeceksiniz” dir. Bu cümlede yemek anlamına gelen “ezza” sözcüğünün İngilizcedeki “eat” ve Almancadaki “essen” sözcükleriyle; wattara sözcüğünün “Water ve “wasser” sözcükleriyle; içmek anlamına gelen “eku” sözcüğünün Latince su anlamına gelen “aqud” sözcüğü ile olan benzerlikleri Anadolu hipotezini güçlendirici örneklerdir. Kültürün en önemli bileşenlerinden biri dildir ve dünya nüfusunun yarıya yakın bir bölümünün konuştuğu dil Anadolu Yarımadası kökenli yani Anadolu’nun armağanıdır.
Turizm Söylencesi 4: Turizm yatırımlarının neredeyse tamamına yakın bir bölümüne yabancı, Hint-Avrupa dil ailesine ait, İngilizce adların uygun görülmesini Anadolu’ya saygı olarak mı yoksa yürek burkan bir başka “Turizm Söylencesi” olarak mı okumak gerekir?
Anadolu Yarımadası Avrupa kara parçasından iki doğal sınırla, İstanbul ve Çanakkale boğazlarıyla ayrılır. Batıda Afrika ile Avrupa arasında yine doğal bir sınır oluşturan Cebelitarık Boğazı ile Çanakkale ve İstanbul boğazları arasında ve Akdeniz’in kuzeyinde kalan kara parçası, aralarındaki küçük farklılıklara karşın, tek bir yaşam biçimi, batılı yaşam biçimi, ve tek bir kültürden, Hristiyan kültüründen oluşur. Yine İstanbul ve Çanakkale boğazlarından başlayıp, bu kez önce doğuya sonra güneye ve nihayetinde batıya dönerek güney Akdeniz kıyılarını takiben Cebelitarık Boğazına kadar uzanan coğrafya parçası da tek bir yaşam biçimi, doğulu (oryantal) yaşam biçimi ve tek bir kültürden (İsrail istisnası dışında), İslami kültür, oluşur. Bu bakımdan Anadolu Yarımadası dünyanın iki büyük kültürü (Hristiyan ve İslam) ve yaşam biçiminin (doğu ve batı - orient ve oksident) birbiriyle temas ettiği ve birbirinden etkilendiği ara kesitte bulunmaktadır. Anadolu Yarımadası her iki kültür ve yaşam biçiminin birlikte var olabildiği ve yaşanabildiği bir coğrafyadır. Tarihin hangi döneminde olursa olsun, Anadolu’ya yerleşen ya da yolu Anadolu’dan geçenler Anadolu’dan etkilenmiş, Anadolu’yu etkilemiş, Anadolu’dan almış, Anadolu’ya vermişler ve böylece kısa sürede Anadolululaşmışlardır. Anadolu Yarımadası yaratan, üreten, dönüştüren bir coğrafyadır.
Anadolu batılıların doğu ve İslam, doğuluların batı ve Hristiyan kültürleriyle, başta turizm olmak üzere, en uygun koşullarda etkileşime girebilecekleri coğrafyadır. Bin yılı aşkın süredir üzerinde yaşamakta olduğumuz bu topraklar verdiklerimiz ve aldıklarımızla bizi Anadolululaştırmıştır. Örneğin, kültürün en önemli bileşenlerinden biri olan dilimiz, bugünkü konuşulan biçimi ve yapısıyla, öz Türkçenin Anadolu versiyonu olarak kabul edilebilir. Anadolu’da konuşulan farklı dillerden etkilenmenin kaçınılmaz bir sonucudur bu. Dilimize karışmış Farsça, Arapça, Hattice, yunanca, vb. kelimelerin bolluğu bu etkileşimin bir yönünü kanıtlarken, örneğin Orta Doğu ve Balkan ülkeleri dillerindeki Türkçe kelime bolluğu da diğer yönünü belgeler. Türkçenin özüne yakın biçimde konuşulduğu Azerbaycan gibi ülkelerde böyle bir durum söz konusu olamaz, çünkü bu ülkeler coğrafi bakımdan Anadolu ile kıyaslanamayacak ölçüde dış etkilere kapalıdırlar. Kültürün bir başka önemli bileşeni olan inanç içinde geçerlidir bu. Türkiye Cumhuriyeti’nin İslam dünyasının tek demokratik ve laik ülkesi olması her şeyden çok Anadolu Yarımadası’nın bu dönüştürücü ve etkilere açık yapısıyla ilişkilidir. Çok farklı etnik kök, kültür ve inanca sahip kişilerin binlerce yıldır birlikte yaşadığı bir coğrafya için kaçınılamaz bir sonuçtur bu ve komşu diğer İslam ülkelerinin neden demokrasi ve laiklik ilkeleriyle tanışamadıklarını açıklayıcı niteliktedir.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının geçmişi henüz bir yüzyılı bile doldurmadı. Türk vatandaşlığında bu geçmiş yaklaşık bin yıla uzar. Oysa Anadolulu Türk Vatandaşlığı algısı bu geçmişi milyonlarca yıl ötelere götürebildiği gibi üzerinde yaşayanları yarattığı, ürettiği, dönüştürdüğü her şeyin sahibi, mirasçısı ve tabii ki emanetçisi kılar. Anlayana Anadoluluk ruhu tükenmez bir hoşgörü ve özgüven kaynağıdır.
Anadolu Yarımadası geçmiş zamanların öncü bireysel seyyahlarının olduğu kadar, günümüzün kitlesel turistlerinin de uğrak yeridir. Günümüzün en büyük endüstri dallarından biri haline dönüşen ve milyarlarca kişinin katıldığı turizm olgusu Anadolu’nun da kıyısında bulunduğu Akdeniz çanağında başlamış, gelişmiş ve buradan başka coğrafyalara yelken açmıştır. Doğu ile batı, Asya ile Avrupa kara parçalarının “0” sıfır noktasındaki İstanbul, Yaklaşık 150 yıl önce Avrupa’nın göbeğindeki ve Doğu Ekspresi’nin diğer ucundaki Paris ile birlikte dünya turizminin iki “Marka” destinasyonundan biriydi.
Turizm Söylencesi 5: Bugün Paris 40 milyonun üzerinde ziyaretçi çekebilirken 1500 yıl imparatorluklara başkentlik yapmış İstanbul’un Paris’in bir müzesi, Louvre, seviyesinde kalması bize özgü bir turizm söylencesi değil midir?
Üzerinde yaşadığımız coğrafyayı derinlemesine anlayıp özümsemeden o coğrafyanın bir parçası olmak, o coğrafyayı sahiplenmek olası değildir. Önceleri Anadolu’ya gelen turistler, şimdilerde falan-feşmekan ‘travel agent’ aracılığıyla falan-feşmekan resort hotellere geliyorlar. Türk kahvesi içen turistlerin yerini espresso ya da nescafe içenler aldı, zaten yok sayılmış Türk hamamları spa’lara hükmen mağlup oldu, dünyanın en zengin üç mutfağından biri olarak bilinen Türk Mutfağı’nın başına gelen ise tam bir hezimet. Sektörün yaratıcı kanaat önderleri “Disneyland”, sektör yatırımcıları vergi indirimi, teşvik, vb projeler peşinde koşturuyor. Anadoluluğumuzu ve onun bize verdiği özgüven duygusunu anımsamak tek yol gibi görünüyor.
Turizm Söylencesi 6: Anadolu’da her yönüyle Anadolu’ya yabancı bir turizm geliştirebilmiş olmak turizm söylencesinin başyapıtı değil midir?
Bu Makale 12.04.2016 - 12:05:55 tarihinde eklendi.
Kullanıcı Yorumları
-
Turizmin içinde bulunduğu duruma bakınca, yazara hak vermemek elde değil
-
Şu yazıyı okuduktan sonra, ne olacak otellerin hali sorusu o kadar anlamsızlaşıyor ki. Yazıklar olsun bu güzelim üllkeyi bu hale getirenlere. Yazarın da eline sağlık. Son derece berrak bir yazı.
-
Sayın hocam, birilerinin çıkıp kral çıplak demesi gerekiyordu. Yazınızda bunu belirtmişsiniz. Bir iki ek yapmak isiyorum. Bence temel sorun yapısal. Yani ticari mantıkla işleyen sistemin ve kafanın tarihe, kültüre, doğaya bakışı asıl mesele. Çaba sarf etmeden, bir hikaye oluşturmadan denizi, kumu, güneşi satmaya alışmış tüccarların egemen olduğu bir sistem inşa edilmiş. İşte bu değişmeden turizmde kurtuluş yok. İkincisi ise, Türkiyede hakim olan siyasi anlayış. İslamiyet haricindeki tüm uygarlıkları reddeden, onun parçası olduğunu kabul etmeyen, ve bu uygarlıklara ait izlerin silinmesini zevkle izleyenler var bu ülkede. Neymiş, Roma bizden değilmiş. Hadi oradan.
-
Hisseli söylenceler diyarı,bu söylenenleri turist rehberleride biliyor hocam.Cozum ne ?hastalıgin tanisi hakkinda cok sey soylendi bilen bilmeyen tarafindan.Akademilerde en ezberciler mevki sahibi,sektore bu anlatilanlari urun haline getirecek kahraman yok.Akademinin kendi icerisinde bir dunyasi var ama sektor calisanlari fular yetmezliginden anlayamiyor ne dendigini.ovundugumuz gobekli tepe bile Alman arkeologun olmesiyle oksuz kaldi.simdi binlerce medeniyetten gina gelmis kadim Anadolu halki asiklarin bas harflerini kazirlar sutunlara.moda tabirle orient-oksident ne arar marmaris kapali carsida!