Prof. Dr. Tuncay Neyişçi

Turizm anlayışını değiştirebildiğimizi iddia edebilir miyiz?

Turizm anlayışını değiştirebildiğimizi iddia edebilir miyiz?

İlk yurt dışı seyahatimi 1968 yılının Haziran ayında gerçekleştirdiğimde henüz 21 yaşında üniversite öğrencisiydim. Almanya’nın Münih kentinin Altötting kasabasına staj yapmak için gidiyordum. Uçaklar henüz yaygın ve bir öğrenci için yeterli ucuzlukta olmadığından muhteşem mimarisiyle Sirkeci garından başlayan tren yolculuğum yaklaşık iki gün sürmüştü. Orta boy bavullarımızla üç öğrenci birlikte gidiyorduk ancak staj yerlerimiz birbirine yakın olsa da farklı yerlerdeydi. Üç ayı aşkın bir süre devam eden staj serüvenlerimizden sonra üç öğrenci geri dönüş için Münih istasyonunda buluştuk. Arada görüşme fırsatımız olmamıştı. Dönüş yolunda biraz kilo almış olsa da aynı bavulum bana eşlik ediyorken diğer iki arkadaşımın bavul sayıları hem üçe çıkmış hem de şişmanlamış gibi görünüyordu.

Unutamadığım, her iki arkadaşımın da bırakın Münih’i yakınlarındaki kasabaları bile ziyaret etme ihtiyacı duymamış olmalarıydı. Aynı süre içinde ben Nürnberg Passau gibi yakın kentler yanında Köln, Stuttgard gibi uzak diyarları da keşfetmeye çalışmıştım. Aynı kara trenle iki arkadaşımın İstanbul yolculuğu başlarken ben cebimdeki 5 biletle Venedik, Roma, Napoli, Brindisi üzerinden İzmir’e doğru yola çıktım.

Ben üç buçuk ayda yıldan yıla değeri artacak (bunun sonraki yıllarda farkına vardığımı itiraf etmeliyim) anılar biriktirmiş, her konuda herkesle anlaşabilecek kadar Almanca öğrenmiş olarak dönerken diğer iki arkadaşım Almanya’nın sadece iki noktasını görmüş olarak (buna ne kadar görmüş denebilirse?) ve içleri 3-5 yıl sonra çöpe atılacak eşyalarla döndüler.

Ne mi anlatmak istiyorum? 1968 ülkemizde turizmin, felsefesi bir yana, ne kavramsal ve ne de uygulama olarak henüz tanınmadığı, tanınabilmesi için hazırlıkların ufukta bile görünmediği yıllardı. O nedenle İstanbul’da en az iki senedir üniversite eğitimi gören öğrenciler yurt dışına çıkmayı bir turistik fırsat olarak değil bir tek yönlü alışveriş olarak görebiliyorlardı. Üzerinde durulması, sonuçlar çıkarılması gereken bir konu olduğunu düşünüyorum.

Yıl 1983, Orman Mühendisiyim. Antalya’da Ormancılık Araştırma Müdürlüğünde çalışıyorum. Hollanda hükümetinin bir bursunu kazanmışım. On bir ay sürecek bir eğitim için Enschede’deyim. Uluslararası ünlü bir enstitü, ITC. Farklı dallarda eğitim gören 10 Türk mühendis ve akademisyeni var. Bağlı olduğumuz kurumlarımızdan maaşlarımız ödendiği gibi Hollanda Hükümeti de bize ayda 1500 Gulden gibi azımsanamayacak bir burs veriyor. Türk bursiyerlerden bir tek ben eşim ve 3 yaşındaki kızımla birlikteyim. Enstitünün donanımlı yurdunda kalıyoruz. Doğu cephesinde değişen bir şey yok. Eğitimli, meslek ve iş sahibi Türk bursiyerlerden hemen hepsi para biriktirip elektronik cihaz, giyim-kuşam malzemesi alma derdinde. Bir-iki bursiyerin 150 km mesafedeki Amsterdam’a gittiğini hatırlıyorum o kadar. Yaklaşık 15 km uzaklıktaki Alman sınır kapısına bisikletle gidip dönmek en yaygın turizm uygulamasıydı. Bursiyerlerin hemen hepsi ülkelerine obez bavullarıyla döndüler. Ben, eşim ve 3 yaşındaki kızımla birlikte aldığım, 7 ay kullandığım ve sonra yaklaşık aynı bedelle sattığım, arabamızla Almanya ve Avusturya’dan, İtalya’ya, İsviçre, Fransa, İspanya’dan Portekiz’e uzanan geniş coğrafyayı neredeyse karış karış keşfettik, anı biriktirdik.

Ne mi anlatmak istiyorum? Bu ülke insanlarına, meslekleri, paraları da olsa, mutluluğun keşfetme, merak etme, tanıma, anı biriktirmede değil maddi yatırım ve tüketimde olduğu öğretilmiş. Bu sosyal ve kültürel yapı değiştirilmeden turizmin geliştirilebilmesi olası değildir. Dünyanın en iyi konaklama tesislerini bir bilemedin iki yıl içinde istediğiniz yerde, istediğiniz nitelikte inşa edebilirsiniz. Bu sadece bir para ve teknoloji sorunudur. Ancak sosyal ve kültürel yapının değiştirilmesi en azından onlarca yıl sürer. 1983 ülkemizde turizmin atağa kalkmaya başladığı yıllardı. Şimdi konaklama tesislerimiz ve onlarca milyonu aşan ziyaretçi sayımızla övünüyoruz. Ancak, aradan yarım yüzyıl geçtiği halde, 1968 yılının stajyer öğrencilerinin, 1983 yılının meslek sahibi bursiyerlerinin turizm anlayışını değiştirebildiğimizi iddia edebilecek durumda mıyız? Ziyaretçilerimizin çoğunun konaklama tesisi dışını görmeden ülkelerine dönmeleriyle stajyer öğrenci ve bursiyerlerimizin durumu sizce benzerlik göstermiyor mu? Köşe komşum Birgül Akgül'ün yazdığı gibi, Yunan adalarına ucuz yemek için akın etmeyi turizm olarak mı göreceğiz?

Bir başka köşe komşum Serdar Sağlamtunç'un dikkat çektiği gibi zaman alıcı felsefe, kültür, sanat alt yapısını oluşturmadan turizme soyunmak ister istemez böyle bir sonuç verecekti, verdi. Bunda şaşılacak bir nokta yok.

Otuz yıldır farklı adlar atında ders vermekte olduğum turizm fakültesi öğrencilerinin turizme aktif olarak katılımı konusunda yabacı dil öğretmek kadar ısrarcı ve kararlı olsaydık durum belki biraz farklı olabilirdi. Yakın çevredeki üç farklı Anadolu kentini gezip 5 dakikalık sunum yapanlara (birey ya da 3-5 kişilik gruplar halinde) geçmelerine yeterli olacak not garantisi vermeme karşın başarılı olduğum söylenemez. Bırakın komşu kentleri, staj dışında, Elmalı, Kaş, Gazipaşa, Akseki gibi kasabalara keşif, merak amaçlı giden turizm öğrencisi yok.  Köşemde yayınladığım “Sırt Çantamda Türkiye” projesine ne fakülte ne Üniversite ve ne de Bakanlık sahip çıkmamıştı. Kendileri turizme aktif olarak katılmamış, keşfetme duygusuyla tanışmamış olanların etkin ve yetkin bir turizm uygulaması gerçekleştirebilmeleri oldukça güçtür.


Bu Makale 20.09.2024 - 11:23:47 tarihinde eklendi.


Kullanıcı Yorumları
Henüz yorum yapılmadı.
En Çok Okunanlar
Bunları Okudunuz Mu?
Yazarlar
Tüm Yazarlar
GÜNCEL HABERLER
SEKTÖREL HABERLER

Turizm gündemine ilişkin haberlerin her gün mail adresinize gelmesi için abone olun.