Takım oyunu
Birey kendi başına yaşarsa onun sorunları sadece kendini ilgilendirir. Toplumlar ise onu oluşturan bireylerden kaynaklanan sorunların ortak bir potada eritilerek bireysel özgürlüklerin her bireye eşit bir şekilde dağıtılması ve bunun herkes tarafından kabul edilmesiyle bir anlam kazanır.
Birey bu ortam içinde kendine özgü tavırlarını birliktelik yönüne doğru çevirerek belli bir alışveriş içine girer. Buradaki alışveriş kültür, kişisel gelişim, iletişim, kendini ifade, paylaşım etkisi yanında ortak olarak oluşturulan sinerji ve yardımlaşma üzerinden hem bireyin hem de içinde olduğu toplumun ilerlemesi anlamı da taşımaktadır. Çünkü tekil kazanımlar yerini birlikte elde edilen daha büyük boyutlu kazanımlar söz konusu olması yanında kişilerin motivasyonu ve rol model örneklemesi en büyük kazanımdır. Öyle ki birey bir ölçü kazanım elde edecek durumdayken beş kişilik bir topluluğun kazancı beş birimden fazla olması rasyonel olarak doğrudur. Bunun nedeni şöyle açıklanmaktadır. Bireyin çalışma hayatında tek başına yapabileceği işlerin bir sınırı vardır. İkinci bir kişi işin değişik safhalarında paylaşımlarla daha verimli sonuca neden olur. Daha fazla kişi bir araya geldiğinde her bireyin en iyi yaptığı işler ve tek başına yapamayacakları işlerin ortaklaşa yapılması ile hem daha kısa zamanda hem de daha kapasiteli sonuçlar elde eder.
Toplumu oluşturan bireyler aynı özellikte olursa, aynı bilgi, aynı eğitim, aynı kafa yapısı, vb. ortaya herhangi bir şey çıkmaz. Canlandırması kolay olsun diye futboldan örnek verelim, takımın hepsi kaleci olursa veya hepsi santrafor olursa o takım kazanamaz. İşte bu nedenle tek tip insan yetiştiren toplum ve milletler mağlup olmaktan kurtulamıyor. Benzer şekilde bir projede tüm ekip inşaat mühendisi olursa veya hepsi mimar olursa işler yürümez. Diğer meslekler ve onların bilgi zenginliklerine her projede gereksinim var. İşletmeler içinde farklı bir örnek verilebilir. Eğer herkes ön büro veya kat hizmetlisi olsa o otel iş yapamaz. Bu gerçekler ışığında takım oyununun bazı temel şartlarının olduğu açıktır. Her birey farklı bir görevi yerine getirip, biri diğerinin eksiğini kapatırsa buna takım oyunu adı verilebilir. Kurallar ve özellikler yanında birlikte iş yapmak için en büyük nitelik “paylaşma kültürü” adı verilen sosyolojik bir tanımdır.
Toplumları en fazla geren tanım bu olsa gerek. Çünkü herkes her şeyi kendi elinde tutarak ortak hiçbir şey üretmeden ve sürekli yanındakinin kuyusunu kazarak aslında kendi çukurunu da hazırlayarak geri kalan günlerini harcamaktadır. Paylaşma kültürü elindeki dünya malını maddi veya manevi bakımdan artırmak amacıyla kullanıldığında asıl anlamını bulmaktadır. Peki, bunun tersi yapılırsa neler ortaya çıkmaktadır? Evler itinasız ve tekniğe aykırı, yollar kargacık burgacık, kanalizasyon sürekli sorunlu, araçlar tek kişinin gidip gelerek hem yolu işgal eden hem de yakıtı tüketen, tesisler her yıl tadilat yapılması gereken ve dolayısıyla en kötü sonucu sürekli elde eden bir yapıya sahiptir. Eğer bunları görmüyorsanız veya dikkat etmediyseniz çarpıcı bir örnek sizi düşündürmelidir. Desteklediğiniz bir takım veya ulusal takımı seyrederken sizi kahrediyorsa takım oyununun ne anlama geldiği ortadadır.
Paylaşma kültürü iyi algılandığında büyüme ve kolaylık getirici etkilere sahiptir. Para, emek ve bilgi hep paylaşımla çoğalan niteliklerdir. Kazanımlar da buradan ortaya çıkmaktadır. Bu şekilde davranış değişmesi söz konusu olduğunda “ortak akıl” adını verdiğimiz olgu gelişmeye başlar. Ortak akıl bütün toplumsal etkileşmelerde öne çıkarak paylaşımla sorunların çözüldüğü bir sistemi de beraberinde getirir. Sadece “ben yaptım oldu” veya “en iyisini ben bilirim” söylemleri kişileri ve toplumları geriye doğru götüren tavırlardır. Zaten ileri ve geri kalmış toplumları iyice irdelerseniz bunu tüm çıplaklığı ile görebilirsiniz. Birey ortada yoktur ancak bireylerin eserleri her tarafı süslemektedir. Bu model aslında insan topluluklarının refah seviyelerini artırıcı etkiye de sahiptir.
Sosyolojik olarak içinde yaşadığımız toplumu irdelemeye çalışırsak dillere sakız olmuş, “ un var, şeker var, ateş var helva yapamıyoruz” şikâyet ve olayı açığa vuruşta ortak akıl ve paylaşımın olmadığını biz de teslim etmekteyiz. Peki, bunu tersine çevirmek zor mu? Eleştirel söylem yerine uygulanabilir farklı çözüm önerileri ortaya koymamız gerekiyor. Çünkü son otuz yılda teknik anlamda gerileme dönemi başlamış ve süratle devam etmektedir. Projeler, uygulama detayları, kullanılan malzemeler, işçilik yanında tesisleri sanatsal bakımdan inşa etmek gerekli değil mi?
NEDEN PAYLAŞMIYORUZ?
Güncel yaşam koşuşturması içinde fark etmediğimiz bu özelliği ele alarak görüş alanımızı genişletirsek bu sakıncalı durumu çıplak olarak görebiliriz. İş yaşamında kişiler her zaman bilgi ve deneyim birikimi ile üst mevkilere çıkmıyor. Hatta genel açıdan bakıldığında yetkinlik yerine babadan oğluna geçen bir sistematik söz konusudur. Burada aile şirketleri bile eleştirilebilir çünkü bir toplumda ortaya çıkan tüm zenginliklerin kaynağı o toplumun bireylerinden oluşan birikimlerdir. Finans ve inşaat firmaları bu sistem içinde olabilir ancak 1980 yıllarında başlayan ilginç bir olgu her sektörde üst düzey yöneticiler ile oğulların onları takip ettikleri görülmeye başlandı. Bir bölüm başkanı tıp profesörün kendisini takip eden oğlunun olması gibi örnekler arttı. Tabi ki bilgi ve yetkinlik ile böyle örnekler söz konusu olabilir ve bazı bakımlardan faydalı etkiye sahip olabilir ancak seçim yöntemleri ile konuya bakış tarafında belli sıkıntılardan bahsediliyorsa bu tip örnekler paylaşmadan ortak akılsız sonuçları doğurmuştur.
Bir diğer bize özgü durum ise, firmaların aldıkları işlerle kurumsal değil bireysel gelişimler elde etmeleridir. Bu örnekte patronlar yapılan iş sonrası kişisel birikimlerini artırmakta ancak işi yapan kurumda çalışanlar bu geliri paylaşmamaktadırlar. Eğer dikkatli olarak irdelenirse bugün “büyük” olarak tanımlanan firmaların insan kaynağına yaptığı yatırım elde edilen kazançlara göre çok düşük seviyelerdedir. Hal böyle olunca sektörel büyüme yerine varlıklı firmalar ortaya çıkmaktadır. İşte bu noktada firmaların iş yapma beceri ve sistematikleri zayıf kalmaktadır. Hele o firma yurtdışı bir projeye teklif verme aşamasındaysa, rakip yabancı firmalarla kendisini karşılaştırdığında arada çok büyük fark olduğunu algılamakta ve bunu işi kaybederek öğrenmektedir. Burada yine bize özgü bir denklem ortaya çıkarak, bir işi birkaç firmanın uzmanlık alanlarını paylaşarak almaları prensibi olan JV-Ortak Girişim sistemi yürümemektedir. Çünkü katılımcı firmalar lider olmak ve kendi paylarını daha fazla büyütmeye bakmaktadırlar. Hâlbuki paylaşarak farklı uzmanlık alanlarını ortaya koysalar oluşan ekip kendi firmalarından daha güçlü bir yapıya sahip olacaktır. Dünyadaki örnekler de budur.
Bugün özellikle kendi alanında uzman olmuş büyük firmalar benchmarking – bilgileşim adı verilen aynı dalda ilerlemek isteyen firmalara bir şekilde kendi usul ve yöntemlerini öğreterek hem kendini büyütüyor hem de diğer firmayı kendi seviyesine çıkartıyor. İşte bu şekilde bir teknolojik yarışın içindeki firmalar ilerlemek için her türlü çabayı kullanmaktadırlar. Zaten “marka isim” bu tip ciddi çalışmalar sonucunda oluşuyor. Yoksa fabrika büyüklüğü, toplam adam sayısı gibi değişken ölçütler teknolojiyi iyileştirme anlamında etki yapmamaktadır. Bu tanım bizde ilk kez dillendirildiğinde hemen önlemler alınmıştır ve bugün bu tabir farklı bir anlamda kullanılmaktadır.
Takım oyununu tüm sektörlerde olduğu gibi turizmde de görmüyoruz. Yukarıda bahis edilen ortam içinden farklı bir sonuç çıkması da mucize olur. Yine de söylenen büyük laflara ve ilerisi için verilen tarihlerde konulan hedeflere bakılırsa takım oyunu ve paylaşım olmadan elde edilecek bir başarı yoktur. Henüz zaman varken yatırımlarda uzmanlık dallarını besleyip geliştirecek şekilde planlamalar yapmak ve üretici ile proje gruplarını ayırmak ilk büyük önlem olmalıdır. Proje becerisinin geliştiği ve alternatif çözümlerin teknik dayanaklarıyla birlikte ortaya konarak bitirilen tesisler herkesi memnun edecektir. Bu memnuniyet çevre duyarlılığı, su ve elektrik tasarrufu, atık yönetimi ile başlayıp işletme maliyetlerinin azalması sonucunda kazancın artmasını sağlayacaktır. İşte ancak bu şartlar altında belki turizmde gelişme konusu tekrar ele alınabilir.
Bu Makale 15.04.2013 - 09:59:52 tarihinde eklendi.