Sürdürülebilirliği sündürmeyelim
Geçtiğimiz hafta ITB’de katılabildiğim kadar çok panele katıldım.
Söz eninde sonunda sürdürülebilirliğe geldi. Zaten şu sıralar iki konu trend, sürdürülebilirlik ve AI (yapay zeka). Ancak görünen o ki bu mevzuları pek de içselleştirmiyoruz. Özellikle sürdürülebilirliği.
Mesela dünya bir süredir over tourism yani aşırı turizmi konuşuyor. Aşırı turizm bir bölgenin kapasitesinden fazla ziyaretçi alması nedeniyle o çevrenin olumsuz etkilenmesi anlamına geliyor. Çevre demişken, genellikle sanılanın aksine çevre yalnızca doğayı değil, tam anlamıyla o destinasyondaki her şeyi kapsıyor. Orada yaşayan yerel halkın maruz kaldığı gürültü ve çevre kirliliği, kültürü ile uyuşmayan turist davranışları, pahalılık gibi durumlar, aşırı ziyaret nedeniyle oluşan normalden fazla atık, trafik, yüksek kira bedelleri vb. bunların hepsi çevre sorunları olarak kendini gösteriyor.
Dünya ‘Bize çok gelmeyin, gelecekseniz de bazı bölgelere girişte ücret ödemeniz gerekir’ derken, maalesef biz, herhangi bir bilimsel veriye bağlı olmadığını düşündüğüm şekilde turist hedefleri belirliyoruz. Bir turizmci olarak elbette ülkeme turistlerin gelmesini istiyorum, aksi mümkün dahi olamaz ancak daha uzun yıllar bu sektörde çalışmak da istiyorum, dolayısıyla mevcut kaynakların plansız tüketimini endişe verici buluyorum.
Mesela 2024 için 60 milyar gelir, 60 milyon turist rakamı neye dayanarak belirlendi? 2019’a bakıyorsun 35 milyon turist, 35 milyar dolar gelir hedefi belirtilmiş.
Peki, 2030 turist hedefimiz 100 milyon turist mi olacak?
Bu arada bu sayıyı herhangi bir hesaplama yaparak yazmadım, canım öyle istedi. Çünkü hedefler de böyle belirleniyor olabilir. Geçen yıl ne olmuş, tamam yuvarla bunu şuna…
Turizm gelirlerimizi turist sayısını artırarak yükseltme stratejisi, bir elimizle aldığımızı öteki elimizle saçmaktan başka bir şeye yaramaz. Bu da yetmez, çok da uzak olmayan bir gelecekte bize çevresel sorunlar olarak geri döner. Uçak sayısı arttıkça karbon salımı, insan sayısı arttıkça gıda israfı artacaktır.
Hatta açık büfelerin yerini ala carte servisin alması gerektiğini savunuyorum. Her şey dahil sisteme ala carte servis uygulaması getirilebilir. Açık büfeler nedeniyle çok ciddi oranda gıda israfı yaşanıyor. Bu gıdaların üretimi, satın alması, lojistiği hepsi birer milli servet, israfı ise çevreye büyük bir zarardır. İsrafla birlikte atık sorunu da ciddi boyutlara gelmiştir.
Bakanlığın sürdürülebilirlik kriterleri içine büfelerin küçültülmesi veya yeniden düzenlenmesi de eklenebilir. Kaynaklarımız tükeniyor.
En önemlisi de suyumuz azalıyor.
Türkiye sanılanın aksine, epeyce kurak bir ülke. Hal böyleyken heybeyi dolduralım mantığı ile sürdürülebilirlik konuşmamalıyız. Ülkemiz 60 milyon turisti kaldırma kapasitesine sahip değil. Mesela Bodrum, geçen yıl sezon boyunca su sıkıntısı çekti. Ancak hala bölgede lüks otel ve villaların yapılmasına izin veriliyor. Antalya, geçen yıl trafik nedeniyle özellikle turistlerden çok şikâyet aldı ‘ülkemizden 3 saatte geldik, otelimize 4 saatte gittik’ dediler. Bunun nedeni kapasitenin talebi karşılayacak alt yapıya sahip olmamasıdır. Seçim yaklaştığında yenilenen yollar, hizmet dönemi içinde ihmal ediliyor. Haydi, biz toplum olarak alıştık da turist işte bunlara kanmıyor.
Sürdürülebilirlik konusunu sündürmeyelim.
Turizm yapmayı sürdürmek istiyorsak destinasyonların sürdürülebilir olmasını sağlamak zorundayız. Bu nedenle yalnızca oteller değil; destinasyonlar da sürdürülebilir olmak zorunda.
Peki, madem sürdürülebilirlik konuşacağız o halde otel sayısı bakımından doygun olan bölgelere neden hala yatırım izni verildiğini de sorgulamalıyız.
Yeni turizm tahsisleri yapılırken önce alt yapıya yatırım yapılmalıdır. Doğru düzgün kanalizasyon, arıtma teknolojisi olmayan bölgelere tahsisler veriliyor, top yatırımcıya atılıyor. Geri dönüşüm filan zaten mümkün değil, dünyanın çöpünü üretiyoruz. Yatak yığılması olan bölgelere ise yeni otel yatırımı yapılmasına izin verilmemelidir, mesela Antalya.
Golf sahaları çevreye zarar veriyor.
Geçtiğimiz aylarda bir golf otelinde bulundum, otelin bir noktasından uçsuz bucaksız sahayı net şekilde görebiliyordum. Yapay göletler, süslü püslü alanlar…
Koca sahada gözüm 3 kişiyi seçti. Günde 3-5 kişi golf oynayacak diye o çimleri sulamak için tonlarca su harcanıyor. Yetmiyor, kimyasallar kullanılıyor. 150 dönümlük bir golf sahası bir yılda 200 milyon galon su tüketiyor (757.082.357 lt) Bu da 1.800 hanenin bir yıllık su tüketimine tekabül ediyor. Golf turizmi de yakın gelecekte çevrecilerin ve hatta sürdürülebilirliğe önem veren operatörlerin daha sık markajına takılacaktır. Golf sahasına sahip işletmeler sürdürülebilirlik planlamalarında bunu göz ardı etmeyip tüketimi azaltma veya farklı stratejiler üretme yolunu masaya yatırabilirler.
Bir gün gelecek kaynaklar iyice azaldığında, aşırı tüketenler az tüketen çoğunluğun yoğun baskı ve protestolarına maruz kalacak. Belki de isyanlar, tahrip ve talanlar yaşanacak. Pandemi insan oğluna kıtlığın ve mahrumiyetin nelere mal olacağına dair benzersiz bir simülasyon deneyimi sunmadı mı? Hayal bile edemeyeceğimiz şeyleri bizzat yaşamadık mı?
WTM ve ITB fuarları Arap ülkelerinin atağını görmemizi sağladı.
Türkiye kendine İspanya’yı rakip alırken yanı başındaki bu ülkeleri göz ardı ediyor. Turizm fuarlarına katılanlar gözlemlemiştir, Arap ülkeleri ciddi sponsorluklar karşılığında fuar alanlarında ve şehir merkezlerinde büyük görünürlük kazanıyorlar. Stantlarını da bizden daha teknolojik ve çekici şekilde sunuyorlar. Rekreasyon ve özgürleşme atılımları da dikkat çekici hale geldi. Suudi Arabistan’ın kadınlara yönelik özgürlük hareketleri, petrol satamaz hale geldiğinde turizm gelirlerine yaslanmak için yaptığı bir atılımdır. Çünkü turist demokrasi ve özgürlük ister.
Bugün hafife aldığımız Arap ülkeleri yakın gelecekte rakibimiz olma yolunda hızlı ve emin adımlarla ilerliyor. Ne mi vaat ediyorlar? Kültürel farklılık ve zenginlik.
Biz Türk kimliğimizden uzaklaşıp, Avrupalılara Avrupa’da gibi hissettirme gayesiyle turizm yaparken, onlar turistin gittiği yerdeki kültürü keşfetme merakını karşılayacak olanak ve deneyimler sunuyorlar. Evet, belki bugün bizim verdiğimiz hizmeti veremiyor olabilirler ancak arayı kapatma potansiyelleri var. Ayrıca onlar da Müslüman ülkeler. Türkiye o coğrafya için iyi bir referans bile olabilir! Türk yöneticileri istihdam ederek tecrübeyi transfer ediyorlar. Küresel ısınma nedeniyle sahil kentlerimizin 15-20 yıl içinde çöl havasına sahip olacağına dair raporlar hazırlanmışken, iklimsel olarak eşitlenme olasılığımızın yüksek olduğu bu yeni rakibi hafife almayalım derim.
Bu Makale 13.03.2024 - 11:00:33 tarihinde eklendi.
Kullanıcı Yorumları
-
Ülkemizin kıymetini bilmiyor,Yer altı yer üstü ve insan kaynağımızı Her şey dahil sistem adı altında peşkeş çekiyoruz,Dünyanın en yüksek fiyatlı yiyecek ve içecek maliyeti olan ülkenin otellerinde çöp kovaları yetmiyor,kullanılan malzemenin belki üçte biri çöpe gidiyor.Bizdeki Sahil turizmi bir nevi modern besi çiftliği görevi görüyor.Oteller her saat başı şurada şunu burada bunu vereyim diye yarış yapıyor,iş personel maaşına gelince yandık battık ,kazanamıyoruz havasına giriliyor, eğitimli personel Turızme veda edip başka sektörlere yöneliyor,Turizmci kıta kıta gezip personel aramaktan kurtulmak istiyorsa gereksiz hizmet yaptıgı bölümleri kapatmalı,sistemi değiştirip küçültmelidir.Türk turizm yatırımcıları,yerel yöneticiler kendine gelmeli,Tarım ve Orman arazileri,su havzaları İmara Açılmamalı,yeni Otel yatırımları bölge ve ihtiyaca göre olmalı Mal ve hizmet ederinde satılmalı .Türkiye ucuz tatil ülkesi imajından ,Türkiye de turizmde söz sahibi olanlarda böyle olursa otelleri dolduramayız diye korkmaktan kurtulmalı.
-
Etkileyici ve analitik bir yazı. Eminim ki altına imza atacak da pek çok insan var benim gibi. Kendi bireysel ve toplumsal alanlarımıza da (pandemi gibi) uyarı atışı yapan dünya ekosistemi yakın gelecekte kitlesel imha için farklı yöntemler de deneyecektir. 3. dünya savaşı; dünya ekosistemi ve insanoğlu arasında.
-
Harika yorumlar , 30-40 milyon turisti sadece istanbul , Ege de 2 lokasyon ve Antalya bolgesinde agırlamaya kalkınca bu bolgelerde buyuk yogunluk , turizmi goren bende otel ev yapayim diye bolgeye yıgılan bir azgın yatırımcı / insaatci kitlesi ile çirkinleşen ve yaşanmaz hale gelen bu Ege , Antalya kıyılarında derhal yeni her turlu imar ve yatirim plani dondurulmali ve mega bir imar plani tercihen Alman , Japon ve İtalyan mimarlara cizdirilmeli , yoksa yakinda TUrkiye leş turist merkezi olur ve Arap korfez ve Mısır hersey dahil ve butik turizmde kaymagı yer. Cunku guzel ve alt yapısı olan sehirler kuruyorlar ve tecrubeli TUrk yoneticileri ve turizm calisanlarini kapiyorlar.. Bize de daha wc terbiyesi olmayan İnglizce bilmeyen cok egitimsiz bir calısan alt yapisi kaliyor. .Bundan ötürü Turkiye butik otel turizmi , yarim pansiyon 5 yildiz otelcilk ve organik tarim , anadolu Kültür turizmine yüklenmeli ve mutlaka lüks trenlerle turizm destinasyonları birbirine baglanmali. Binlerce otobus yazin ordan oraya kosturmamali.
-
Makalenizde turizm sektörünün karşılaştığı sürdürülebilirlik ve aşırı turizm gibi önemli sorunlara değinmişsiniz. Ancak, bu sorunların çözümüne yönelik adımlar atmadan önce, ülkemizin karşı karşıya olduğu daha temel bir sorunun altını çizmek istiyorum: Toplumsal bilinç ve eğitim düzeyi. Halkımızın bir kısmında gözlemlenen cehalet, umumi tuvalet kullanımı gibi temel becerilerin eksikliği, çöplerini rastgele sokağa atma, trafikte saygısız davranışlar ve genel olarak 'her şeyi biliyorum' ancak aslında temel bilgi ve sosyal saygıdan yoksun olma durumu, ülkemizin turizm potansiyelini ve genel yaşam kalitesini olumsuz etkiliyor. Matematik ve analitik düşünce eksikliği, sosyal yaşam kurallarına olan yabancılık gibi konular, sadece turizm sektörü için değil, ülkemizin genel gelişimi için de büyük engeller teşkil ediyor. Bu yüzden, turizmde sürdürülebilirlik ve gelişim hedeflerimize ulaşabilmek için, öncelikle eğitim ve toplumsal bilinç düzeyimizi artırmaya yönelik ciddi adımlar atmalıyız. Bu temel sorunları çözmeden, turizm sektöründeki diğer gelişmelerin etkisi sınırlı kalacaktır.