Pazarla
Geçen yazıda dikkat çekmeye çalıştığım bazı konular hakkında bana ulaşan yorumlar ilgi çekici. Genel anlamda durumun vahameti anlaşılmış ancak ‘alışılmış düzen bozulmasın, daha kötüsü olmasın’ gibi garip eğilimler söz konusu.
İşte bu nokta belki de eskiden genlerimizde olan ve bize sürekli sıkıntı yaratan bir gerçeği anlamamızı işaret ediyor: Gerçekle yüzleşmek cesareti! Asıp kesen, üfürüp estiren kabalık altında yerleşmiş korku tek kelime ile çaresizlik ve beceriksizlik içinde bireyi ve toplumu germektedir. Bundan kurtulmak ise çok basit ve oldukça kolaydır.
1. Dürüst olmak,
2. Hatayı kabullenmek,
3. Tedbir almak.
Ama bu aşamalarda sıkıntımız büyük. Çünkü bu üç madde söylendiği kadar kolay değil veya söylemle olmuyor.
1. Dürüstlük; erdem, bilgi ve hoşgörü gerektirir.
2. Hatayı kabul etmek olgunluk ve dinginlik gerektirir.
3. Tedbir almak akıl ve bilimi kullanmayı gerektirir.
Sorun bunlara sahip olan insan sayısının azlığı değil. Tersine böyle olmayan insanlar belki toplumun yüzde 1-2’si; ancak çoğunluk bunu hem bilmiyor hem de aşırı çekingenlik ve aldığı Türk(!) terbiyesi sebebiyle ses çıkarmıyor. Dikkat edin, hesapta bir kayma yok. 78 milyon nüfusun yüzde 1 i 780 bin, yüzde 2 si 1,5 milyon kişi eder. İşte odaklanmak zorunda olduğumuz kaba kalabalık sadece bu kadar.
Şimdi gelelim turizmde nelere sahip olmadığımıza...
Kütüphane:
Kütüphane yabancının en fazla ilgisini çeken mekândır çünkü orada ziyaret ettiği kültür ve tarih ile ilgili çok fazla bilgi bularak kaldığı süre içinde elde ettiği bilgileri karşılaştırır. Ülkemizdeki en büyük kütüphane Ankara’da Milli Kütüphane olup buradaki kitap sayısı 3 milyondur.
Bunun yurt dışı karşılıkları nasıl? Washington DC 160 milyon, Londra 150 milyon, Ottowa 54 milyon, Moskova 45 milyon, Paris 40 milyon, Tokyo 36 milyon, Madrid 25 milyon. En son Madrid seyahatimde gezdiğim kütüphane muazzam bir yapıya sahipti ve muhteşem kitaplarla doluydu.
Kütüphanelerde binlerce kişi aynı anda içeride kalabilir ve çıkışta yeme içme, hatıra veya kitap satın alma ile ekonomiye müthiş katkısı olabilir. Mukayese size kalmış.
Tiyatro, opera ve bale salonları:
Acaba yüzlerce kişiyi alacak kapasitede devasa binalar var mı? Kapalı veya açık gişe oynayan meşhur ve iz bırakan bir eser var mı? İstanbul’da AKM kavgası devam ediyor ve tesis hala kapalı. Beyoğlu’ndaki tesisler AVM oldu. Ankara’da konservatuar, belediye binası oldu. Yazın açık hava konserleri oluyordu, onların da sonu yakındır. Bu, ülkeye gelen yabancı açısından felaket bir durumdur.
Türk mutfağı:
Sadece aldatmaca ve özgün olmayan bir kavram kargaşası devam ediyor. Usta aşçılar yersen füzyon deyip dalgasını geçiyor. Anadolu’nun her bölgesinde yerleşik yemek kültürüne ait binlerce lezzet hoyratça yok ediliyor ve yabancıya sunulamıyor. Her şey dâhil programında her gün bir etnik kültür yemeği döngüsünde Türk günü veya gecesinde farklı yemekler pişiriliyor ve bunlar sunuluyor. Bunun kimse farkında değil mi? Türk mutfağı şiş kebap ve rakı demek değil ki. Son yıllarda ‘rakı yerine ayran’ ne anlama gelir anlayan anlatsın.
Şiş kebabı öldürdük. Döner artık “German Doner” diye pazarlanmaya başladı. Farkında mısınız? Yoğurt “Greek Yogurt” diye anılıyor. Turizmdeki beceriksizlik her alanda mevcuttur. Yurt dışında bir lokanta açan kişi istediği gibi yemek pişirip adına Türk lokantası diyebiliyor. Böyle bir şey olabilir mi? Kültürün dışa ihracı bu kadar basit ve acemice yapılamaz. Bunları yabancı ülkelerdeki elçiler görmez mi, sanayi temsilcileri ilgi göstermez mi?
Çay:
Ülkede en fazla içilen sıcak içecektir zannedersiniz. Doğru dürüst bir çay markası ve demleme sistemi yok. Rize çayları yabancılara peşkeş çekildi ve çay öldürüldü. Aslında çay Avrupa’da parlayan bir ürün haline geliyor.
Fındık:
Dünyadaki yıllık ürün miktarının yüzde 85’ine sahip olup fındık yerine kivi ektiren bir çarpık zihniyet sonucu fındığı satamaz ve para kazanamaz duruma geldik. İşte bu başarıdır!
Zeytin ve zeytinyağı:
Başka bir fecaat konusudur. İtalya’ya zeytinyağını toplu olarak yollayıp şişelenmiş olarak geri alma ticari zekâsı da incelenmeye değer.
İçki:
Eğer istatistiklere bakarsanız içki içme oranı öyle abartıldığı gibi herkesin ayyaş olmadığını ispat eder. Ancak olaya turizm açısından bakıldığında içki servisinin 1/9-13 oranında kazanım getirdiği gerçeğini bir kenara atmamak gerekir. Burada kritik olan içki servisi ile herkesin sarhoş gezme benzetmesinin asla birbirine uygun olmadığıdır. Bunun en çarpıcı örneği gelen turiste istediği her türlü içkinin ikram edildiği Dubai’dir.
Son yılların çok ilgi çeken ve büyük paralar kazandıran bira üretim tesisleri, butik şarap imalathaneleri işi bilen yabancı ülkelere yatak dışında astronomik rakamlı gelirler kazandırmaktadır. O halde, turizmi bağnazlıkla değil ileri görüşle ele almak gerektiğini, ancak bu gerekleri yerine getirerek kazanım olacağını anlamanın vakti geldi ve geçmektedir. Bu konuda sus pus oturan STÖ’lerinin vebali büyüktür. Turizm bir endüstri ise onun tüm şartlarını yerine getirmeden kazanım olamayacağını ne zaman anlayacağız?
Sağlık Turizmi:
Turizm öldü, yaşasın sağlık turizmi! Senaryo, dekor, oyuncular aynı... Sadece filmin adına eklenti yapılarak hasılat beklemek büyük bir hatadır. Bu konuda çok basit çözüm önerileri ve yapısal gereklilikler var. Ancak atılan adımlar yakın erimde yeni bir turizm fiyaskosunu ortaya koyacak özellikte. Bu sektörün gerekleri ele alınmadan sadece makyaj ve süslü laflarla işlerin olmadığı bir kez daha ispatlanacaktır.
Herhalde geri kalmanın nedeni basamakları oluşturamamak ve birden tepeye sıçramak hayalinde yatmaktadır. Her işin bir inceliği, dikkat edilmesi gereken niteliği ve bilgi birikimine sahip insan gücü gereksinimi vardır. Bir işe dalarak etrafı kırıp döküp sonra düzeltmeye çalışmak sadece maliyeti artırıcı ve motivasyon kırıcı etki yapar. Çektiğimiz tüm sıkıntılar bununla ilintilidir. Akıl, bilim ve deneyim öne çıktığında bu ülkedeki potansiyel, gelecek kuşakları bile rahatlıkla besleyecek zenginliğe sahiptir.
Bu Makale 08.05.2016 - 10:10:08 tarihinde eklendi.