Oradaydım...
Avrupa Parlamentosu'nun, Türkiye ve Avrupa Birliği arasında devam eden müzakerelerin dondurulmasına dönük kararı aldığı gün oradaydım. Avrupa’nın göbeğinde, Bayern bölgesinde; Alman gayrı safi milli hasılasının üçte birini oluşturan Münih şehrinde...
Sokakta, mağazada başın sıkıştığında derdini çözmek için tanıdık yüzler bulabileceğin diyarda... Bırakın başka bağlar aramayı, Türkiye'deki doğrudan yabancı yatırım kaynaklarının yüzde yetmişinin sağlandığı, ülkemizden yapılan ihracatın yüzde kırk beşinin yer aldığı AB’nin bir bölgesinde...
Noel öncesi, özellikle nakit para ile süren alışverişin, harcamanın boyutunun ülke zenginliğini gözler önüne serdiği bir yerde, her üst aklın bunu bir gösterge olarak kabul etmesi gerektiğini umarak...
Soğuk, gri gökyüzünün ıslaklığında gezinirken mağaza girişlerinden dışarı püskürtülen ılık hava ile ısınılan... “Ya Resulullah” denmiş ama can sağlığı için kesin önlemlerin alındığı şehir merkezinde süren inşaatlarıyla...
Son seyahattan beri unuttuğum yayaya saygılı araç sürücüleri, buna karşılık hızla kullanılan bisikletlilere çarpılma korkusu yaşanan caddeleriyle...
Mağazalarında insanların sessizce sıraya girebildikleri, önden girenin mutlaka nazikçe kapıyı tuttuğu; “Para üstü var mı?” diye sorulmayan... İlk karşılaşmalarda tanrının selamının sunulduğu...
Daha kenar sokaklarda; içinde, çıtlamaya çekirdek; yahnisi için nohut; sarma için asma yaprağı ve baklava satılan mütevazi bakkalların, kendinde olmayan ürünü nerde bulabileceğimizi detaylıca tarif eden satıcıların olduğu...
Işıklandırmaya değer binalarının yer aldığı eski şehirleriyle... Dini gerekçelerden de öte, bir ekonomik olgu olarak bir ay öncesinden başlayan Noel pazarlarıyla... Orada servis edilen geleneksel yemek, içki ve ürün standlarında, dünyadaki eğilim aksine ayak üstü sohbet edebilen genç insanlarıyla...
Kiliselerinde kendi vatandaşlarından ziyade turistlerin yoğunlaştığı, oysa en şık giysileri ile geldikleri operalarında çoğunluğu onların oluşturduğu... Eski yılların aksine, artan turizmin etkisiyle kullanmaktan kaçındıkları yabancı dilleri, özellikle İngilizce’yi yaygın olarak konuşmalarıyla...
Caddelerinde, içlerinde ne yazık ki Türkiye aleyhtarı da olan gösterilerin, polis kontrölünde rahatça yapılabildiği... Türkiye ile yaklaşık iki saatlik bir yolculuk süresi olmasına karşın, yapay saat farkı yüzünden resmen jet-lag yaşanan ama Türkiye gündeminden asla kopulamayacak uzaklıkta olan!
Geçen yıl aynı zamana göre bizim paramızla yüzde yirmi pahalılaştığını gördüğüm, aynı oranda parası değerlenen, böylece Türkiye tatilinin daha çekici hale geldiğini anlatabilmenin zorluğunu politik nedenlerle yaşadığımız... George pek olmaz ama Hans’ın Türkiye’de söylendiği gibi iki yüzlü olup olmadığına bakmaya gelmiştim...
Bizimle ilişkilerini kesmenin umurlarında olup olmadığını, sıkı fıkılığımızı kontrol etmeye; onları hiç ciddiye almıyormuş gibi yaparak bakmaya gelmiştim...
Türk olduğumu anladıklarında nasıl tepki vereceklerini merak ederek... Aynı kaygıyı turist olarak ülkemize geldiklerinde taşıyıp taşımayacaklarını düşünerek Almanya’daydım... Mehmet Şimşek’in dediği gibi, refah ve huzur içinde gördüm onları. Kıskandım ülkem adına...
TÜROFED kongresinde konuşan DRV Yönetim Kurulu Başkanı Alman Norbert Fiebig’in, “Tüketici, tatile gideceği ülkenin demokrasi, insan hakları ve kişisel özgürlüklere verdiği önemden etkileniyor” sözünün gerçekliğinin, her platformda anlaşılmasını dileyerek...
Bu Makale 28.11.2016 - 17:16:09 tarihinde eklendi.