Kapı komşumuz İran, bizi bekliyor
Hemen yanı başımızda bir ülke var. Dost ve kardeş diye nitelendirdiklerimizden. En az yüz yıldır savaşmadığımız bir ülke.
Bu ülke bu günlerde çok karışık bir durumda. Siyasal kavgalar sokaklara kadar taşmış, ama yarın ne olur bilinmez. Bu ülkenin adı İran. Resmi adıyla İran İslam Cumhuriyeti. Bundan tam 31 yıl önce İslami nitelikli bir devrimle işbaşına geçen molla sınıfının egemenliğindeki bu ülkede, bu kıpırdanmalar neye delalet eder bilinmez. Ama görünen bir şey var ki, orada bugün genç nüfus dünyaya geldiğinde devrim yapılmış ve ülke bu yönetime geçmişti. Haliyle o gün doğanlar ülkenin sanki geçmiştede hep böyle yönetildiğini sanarak düzene ayak uydurdular. Genç, güzel ve bakımlı bayanların, siyah pantolon üzerine siyah bir elbise ve yine siyah geniş bir başörtüsü (türbana benzer takanlar da var) takarak sokaklarda gezerken saçlarının kahkülünü açıkta bırakması en büyük özgürlükleri ve lüksleridir dersem yeridir.
Bana göre bu devrim oturmuştur ve kolay kolay da yıkılacağa benzemiyor. Yönetim erki ne kadar izin verirse o kadar özgürlük kullanılmasının nereye kadar gideceğini bilmek zor. Ama uçaklarda bile sivil bir görevlinin ahlak polisi olarak bulunmasını gözlerimle gördüm. Saçını açan, uygunsuz davranan, erkeklerle fazla samimi olanlar her an tutuklanma veya kırbaçlanma ile karşı karşıya bulunmakta. Böyle bir ülkede insanların yinede umutlu olmasını, mutlu olmasını anlamak çok zor. Burada aklıma bir Laz fıkrası geldi. Laz'ın biri, yani Temel bir Ramazan gününde İngiltere'ye gitmiş. Temel, oruçlu ve de aç susuz. Bir bakmış İngilizler sokaklarda yiyor, içiyor. Karşısına ilk çıkan İngiliz'i çevirmiş ve "Baaa pak hemşerum, ha bu dinunuzun giymetini bilun" demiş. Bu sözüm bu ülkede demokrasiyi, hakları ve özgürlükleri az bulanlara ve de beğenmeyenleredir.
Ben geçen haftanın tamamını bu ülkede geçirdim diyebilirim. Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul Günay'in başkanlığındaki resmi heyete, kısa adı TÜRSAB olan Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği'ni temsilen ben katıldım. Orada ne gördüm, ne yaptım bunları anlatmadan önce İran hakkında çarpıcı bazı bilgiler vermekte yarar var. Haritada çok da yer kaplamamış gibi görünen bu ülkenin yüzölçümü 1 milyon 648 bin 195 metre kare. Yani Türkiye'nin iki katından da büyük. Ama bu kadar geniş alanların önemli bir bölümü ne yazık ki çöllerle kaplı. Ama bizden büyük olması bir gerçek. Nüfusunun bizden az olduğunu biliriz ama, 66 milyon 500 bin kişinin yaşadığı bu ülkenin bizden sadece 10 milyon kadar az olduğunu da bilmemiz gerek. Kişi başına düşen milli gelir ise bizde 11 bin 200 dolar iken, onlarda bu rakkam 12 bin 990 dolar. İhracaatı ve ithalatı bizim yarımız kadar. Ama lütfen bu yazacağımı iyi okuyunuz, bizim dış borcumuz 253 milyar dolar iken onların ki sadece 18 milyar dolar. Bunun ne demek olduğunu bilenler iyi bilir.Türkiye'den İran'a yapılan ihracaat miktarı 6.5 milyar dolar iken, İran'dan Türkiye'ye yapılan ihracat ise 3.5 milyar dolar.
Bu kadar rakkam kalabalığından sonra gelelim konumuz. Acaba bu ülke ile bizim turizm ilişkilerimiz nedir veya ne olabilir. Bu konuda yapılan resmi teknik heyet toplantısana katılan birisi olarak bir şeyler söyleyebilirim. Birincisi bizden İran'a çeşitli maksatlarla gidenlerle, oradan bize gelenleri karşılaştırdığımız zaman bu sayı bizim lehimize bir fazlalık göstermektedir. İran halkı bizim ülkemizi ve halkımızı seviyor. Bize gelip tatil yapmaya can atıyorlar. Özellikle Antalya en çok gelmek istedikleri bir yer. Ama yönetim halkının Antalya'da tatil yapmasını istemiyor. Öyleki, oradaki turizm acenteleri duyurularında Antalya adını kullanamıyor, onun yerine bu kelimeye benzer farklı kelimeler kullanıyorlar. İnsanlar buraya gelirlerse ahlak ve maneviyatları bozulacak korkusu taşıyan İran yönetiminin bürokratları bir yandan da, ülkeye nasıl turist getiririzin hesabını yapıyorlar.
Bana göre İran görülecek bir yer. Tahran gündüzleri 15 milyona ulaşan nüfusuyla tipik bir İstanbul. Ama görmeye değer. Ülkenin en büyük turizm çekecek yeri ise İsfahan. Dünyanın bir yarısı diye tanımladıkları bu kenti gerçekten görmek gerek. Sabah erken saatlerde Mehrabat Havalimanı'na vardığımızda, bineceğimiz uçak beni korkutmadı dersem yalan olur. Dünyada kardeşleri kesilip jilet yapılan Boeing'in 727-200 tipi uçağını tam 32 yaşında olduğunu bilmenizi istiyorum. Devrimden sonra ambargo ile karşı karşıya kalan bu ülkenin bu uçağı satın aldığı tarih kendiliğinden ortaya çıkar. Ülkemizde uçaklar eski diyenlere bu uçağı örnek göstermek isterim. Dönüşte ise Fokker-100 ile döndük ve bizler hala yaşıyoruz. Demek ki korkacak bir şey yok. İsfahan'ı çok iyi tanıtamıyorlar bence. Çin'deki Tianenmen Meydanı'ndan sonra, dünyanın en büyük ikinci meydanı bu kentte. Onlar Kish Adası'nı tanıtmayı düşüne dursun, İsfahan orada keşfedilmeyi bekliyor. Ama Batılı turist İran'a gelmez. Çünkü, kadınsa başını kapatacak, erkekse içki içmeyecek. Geçmişte İntercontiental Oteli olarak kullanılan ve yeni adı Laleh Oteli olan en büyük tesisin yüzme havuzu kum doluydu.
Ama ben İran halkını sevdim. Çünkü sokaklarda Azeri'ce konuşanlar sanki bizim Karslılar gibiydi. Ülkenin yüzde 30'u Azeri. Uçakta yanıma düşen genç kız "Men Türk'em " derken, bundan acaip bir keyif aldım. İran böyle bir ülke. Dışa kapalı olmayı israrla ve inatla sürdürüyorlar. Ama bilmiyor ki, kendilerine yazık ediyorlar. 3 bin yıllık Pers İmparatorluğu'nun mirasına sahip çıksalar ve dünyaya ayak uydursalar çok şey kazanacaklar. Aryani veya Arianna adından İran adını alan bu ülkeye en büyük kötülüğü de Amerika yapıyor. Bu ülkenin nükleer silah ürettiğini ileri sürerek, yer altı ve yer üstü zengiliklerini dünya borsalarında ucuza kapatmaya devam ediyor. Orta Doğu'da gerilim politikası yaratarak insanları ve ülkeleri rahatsız ediyor. İran dost bir ülkedir ve İranlılar bizim gerçekten kardeşimizdir. O nedenle onların bize geldiği kadar biz de onlara gitmeliyiz. Hele ki İsfahan'i mutlaka görmeliyiz diyorum... malioglu@sagaairlines.com
Bu Makale 04.03.2010 - 09:55:58 tarihinde eklendi.