Gezi ve turizm
Ne kadar kelalaka bir çağrışım gibi görünse de etkileri bakımından iki konuyu da akılcı bir şekilde irdelemek gerekmektedir. Öncelikle politik söylemlerde yer aldığı gibi Gezi bir çevre sorunsalı olarak değil ancak halkın zarif bir uyarısı olarak ortaya atılmıştır.
Burada belirlenen talepler bağlanmamış göz ve kalple bakıldığında son derece tutarlı ve geleceğe dönük iyi niyetleri yansıtmaktadır. O halde Gezi direnişinin sosyal ve politik bakımdan değişik bir şekilde ele alınması ve yorumlanması gereklidir. Tek farkla, bugün iktidar olayları kendine karşı yapılmış bir güç gösterisi olarak ele almaktadır ancak bu etkileşim hangi iktidar olsa aynı tepki ile karşılanacaktır.
Çünkü son 30 yıldan beri ortaya atılan ozon tabakası delinmesi ve küresel ısınma, çevre kirliliği, insan nüfusunun niteliksiz olarak çoğalması, emek karşılığı elde edilen gelirin azalarak %5 elit tabakanın %95'i sömürmesine yol açan küresel planların dayatıldığı payandalar ortadan kalkmak üzeredir. ABD de geçen yıllarda yaşanan mortgage krizinde satın almak istedikleri evlerin borçlarını ödeyemedikleri için evlerinden atılan halkın oluşturduğu çadır kentlerin yıkılması boyalı medya tarafından sansürlenmiştir. Ancak bundan bir süre sonra ortaya çıkan görüntü kayıtları olayın vahametini ortaya koymuş, trilyon dolarlarla ifade edilen bu batak dünyanın başına sarılmış bir bela olarak her insanı halen etkilemektedir. Kötü yönetilen ekonomi, zayıflatılan sosyal güvenlik üzerine adaletsizlik eklenince özgür vicdan ve düşünce gücü buna karşı gelecektir. Son derece normal olan bu sonucun iyi algılanması, haklı talep ve isteklerin bundan sonraki yeni dönemler için önemli politik ipuçları taşımasına hizmet edebilir.
Gezi olayını turizm açısından irdelemeye çalışırsak, dünya tarihi mirası kabul edilmesi gereken paha biçilmez bir tarihi şehir olan İstanbul üzerinde yapılan hoyratça çalışmaların ne kadar turizme yatkın olduğu cesaretle tartışılmalıdır. Şehri tarihi birikimleri ile muhafaza ederek tarihi merak eden ve o ülkeyi ziyaret ederek bilgi edinmek isteyen geniş kesime sunmak sadece bina ve kalıntıları göstermek anlamı taşımamalıdır. Yapıların korunması, sağlamlaştırılması ve gerçeğe uygun yenilenmesi bu işin bir parçasıdır. Bu işlemi tekniğine uygun yapmak konusunda belli uzmanlık alanlarını işin içine katmak akılcı bir yaklaşımdır. Ancak tam da bunun tersi olan eski tarihi binaların çürümeye terk edilmesi, her köşede sahipsiz gibi görünen binaları yıkıp yenisini yapmak arzusu, özellikle ahşap yapıları bir kibritle yakmak kabul edilemez. Aynı orman korumasında olduğu gibi ileri ülkelerde uygulanan, yakılan yerine aynısını koymak prensibi uygulansa her şey düzene girecektir. Böylece yakılan orman yerine yeniden orman dikilecek, yakılan tarihi bina yerine aynısı yapılarak sorun kökünden çözülecektir.
Eğer turizm söz konusu ise, bu şehir eski yapıları ve tarihi mirası ile korunmalı ve günün gereklerine uygun olarak birkaç yeni şehir tarihi sınırlardan uzakta inşa edilebilir. Sürekli eski yapıları hedef alan alt ve üst geçitler ve yüksek binalar bu güzel şehre çok büyük zarar vermektedir. Eğer bu şehri seven yürekler varsa ortak bir akıl oluşturmak zamanı geçmek üzeredir. Aslında şehrin tarihi dokusunun bozulması bir politik süreç olarak ortaya çıkmış ve bu gerçek herkes tarafından bilinmektedir. Bugün birkaç yüksek bina ile ortaya atılan siluet tartışmasını delen ilk binaların yapılması için kimlerin olur verdiklerini hatırlamak gerekir. Şu anda bile bu şehir kurtarılabilir ve dünya mirasının kullanımına verilebilir. Buna en uygun ortam son derece abartılarak dillendirilen kentsel dönüşüm projeleridir. Bu projeler şehir dışına yapılarak mevcut yerler halkın nefes alacağı alanlar olarak bırakılabilir. Dikkatli gözle bakılırsa yapılmak istenen projeler beton kütlelerin oluşturduğu ancak çevre ve yeşil konusunda hiç duyarlı olmayan projelerdir.
Kısaca yanlış algılanan çevreyle ilgili bir gerçeği de göz önüne alarak bu yazıyı değerlendirmezi dilerim. Toprak üzerinde oluşan bitki topluluğu tohumdan gelişimine kadar çevresi ile bir bağ oluşturur. Bu bağ topraktaki mineral dengesi, su geçirgenliği, üst katman yanında içerideki gözle görünen ve görüş alanı dışına çıkan ancak mevcut olan türlü yaşam formlarının bir bileşkesidir. İşte bu nedenle bir ağacı yerinden sökerek başka bir yere taşımak her zaman o yaşamın devamına olanak vermez. TEMA yıllardır bu gerçeği dile getirerek kumlaşmaya işte bu nedenle dikkat çekmeye çalışıyor ancak politik dinamikler ve yasalar ne yazık ki herkesin bilgilenmesine karşıt bir şekilde oluşuyor. Bir ağacı ektiğimiz yerde onun gelişiminde gereksinim duyacağı alanı, mesafeyi düşünmeden her yere ağaç dikmek ve ağaç sayısı ile öğünmek ham bir duygudur. Çünkü o zaman dünyanın tüm büyük şehirlerinde yer alan halkın gezeceği, temiz hava alacağı, içinde binlerce insanın spor yapabileceği tesislerin bizim anlı şanlı büyük şehirlerimizde de yer alması gerekmez mi? Peki, bu şartlar dönüşüm projelerinde yer almış mı? Ne yazık ki, ağacı ve doğayı sevmeyen bir görüntü veren düşünce sistematiği planlamada öne çıkmış gibi görünmektedir.
Bir diğer sakınca ise, son yıllarda başarısız politikacıların diline doladığı, deniz turizmi yanında çeşitlilik isteklerinin bir şekilde kendi elleriyle baltalandığını görmektir. Çok önem verilen doğa merkezleri bazı güncel ticari kazançlar için heba edilmektedir. Kaz Dağları ilk hasar gören yerdir. Buna ilave olarak diğer birçok yerde özellikle altın ve taş ocakları tarafından yok edilen doğal çevre örnek verilebilir. O halde ünlü Kızılderili deyişleri hatırlamak, doğayı bozmakla harcanan paranın onu tekrar kazanmaktan çok ucuz olduğunu, ancak tahrip edilen doğanın asla eski şartlarına ulaşamayacağını da göz önünde tutmak gerekir. Bu açıdan Gezi direnişi bir çevre çığlığı olarak ele alınmalı, kolektif ve teknik çalışma ortamı yaratarak vatandaşın öncelik kullanmasına olanak vermek gereklidir. Yapılan bir işlemin halk tarafından benimsenmemesi ona karşıtlığı doğal sonuç haline getirmektedir. Peki, demokrasi halkın kararlara her türlü düşüncesi ile katılması değil midir? Düşünceden korkmak yerine farklılıkların büyük sinerji yaratacağını algılamak daha önemlidir. Ulu önder Atatürk, yıkılmış bir ülkenin küllerinden ulu bir devlet yaratmayı başarmışsa, uyguladığı tam da bu sistemdir.
Gezi turizm bakımından çok farklı çeşitli ve ilginç alternatif yöntemlerin uygulamaları ile bizlere ispat etmesi ve göstermesi bakımından önemli bir laboratuar çalışması olarak ele alınabilir. Bununla ilgili hazırladığım makale dünyaca öncü ve tanınmış danışmanlık örgütünün yeni sayısında yayınlanacaktır. Bugün dünyanın karşı karşıya olduğu kısıtlı elitlerin çoğunluğa uyguladıkları tahakküm böylece eninde sonunda sonlanacaktır. Türkiye yine adına, mirasına yakışır bir şekilde üzerinde bulunduğu bereketli Mezopotamya toprakları ile bu konuda dünyaya örnek olacaktır. Böylece dünyaya barışı ve paydaşlığı açıkça ilan eden girişim asıl amacına ulaşmış olacaktır. Zaten insan gelişimi ve ilerleme başka türlü olamazdı. Gençlerin böyle bir deneyimi dünyaya sunmaları, düşünce ve pratik kabiliyetlerini son derece barışçı ve geleceğe dönük planların hazırlanmasında etken olmaları her birinin ışığını daha fazla parlatacak özellikte ve önemdedir. Bu yönden bakarak bu deneyimin pazarlanabilmesi bile liderlik bakımından önem arz etmektedir.
Bir milletin geleceği gençlerdir, deneyim ve yaş ile elde edilen dünya görüşü gençlerle paylaşılırsa ortaya çıkacak dinamizm her şeyden öte bir millet için kazanımların en büyüğüdür. Gençleri eğitimsiz bırakmak, dünya gelişiminden habersiz kalmaları için baskı ve sansür benzeri uygulamalar bu çağın ve teknolojinin gereği olarak yok hükmündedir. Belki yapılması gereken en önemli iş, hepimizin bu olgu ve gerçeği iyice anlayarak gençlere yeni ufuklar açacak eğitimleri kazandırmak konusunda çalışmalar yapmak, onları daha iyi bir dünyaya hazırlayarak tüm dünyayı birlikte aydınlatmak olmalıdır. Buradan bir çağrı yaparak gençlerin yeni projelerde söz sahibi olmalarını diliyorum.
Bu Makale 08.07.2013 - 10:32:16 tarihinde eklendi.