Farkındalık, çözüme yol gösteren pusuladır
Dünyaya pompalanan son kapitalist manifesto insanların daha fazla üretip daha fazla tüketmeleri ve bunu yaparken sürekli teknolojik gelişmeleri takip ederek ilerlemeleri şeklindeydi. Öyle ki ülkenin zenginlik üretmesi imalat sanayi ile eşdeğer ölçüme sahipti. İşte böylece doğal ve sosyal hizmetler ve çalışmalar değerini kaybettirilirken sanayi adında bir öğütme ve ergitme sistemi insanlığın önüne kondu.
Hızla geçen son otuz yılda tüm dünyadaki yönetime egemen benzer özelliklere sahip sadece para endeksli politikacılar kendilerine uygun bir melez sistem ortaya çıkardılar. Melez olma nedeni bu tür politikacıların dünya görüş ve insan algısının mekanik bir yönde gelişmesi sonucu kalbi çıkartılmış robotlar gibi anlamsız ve insan vicdanına dokunmayan kararları alarak dünyayı cehenneme çevirdiler. Sanki otomasyona bağlanmış bir toprak delme makinesi gibi önüne geleni ezerek ve delerek yoluna devam eden bu politikalar ve yönetim zihniyeti artık tükenmenin eşiğine gelmiştir.
Gerçek böyle olmasına rağmen gerçek değişim zorlu bir yol izleyecektir. Bugünden yarına her şeyin düzelmesini umarak hayal kurmak bizleri bir yere götürmez. Çünkü dünyanın gelişme ve insan gelişi tarihine göre kısa bir süre de olsa oluşan tahribat önce normalleştirilecek sonra da tamamen ortadan kaldırılacak bir çalışma sistemine tabi tutulacaktır. Belki de en dikkat çekici farklılık insanların birlik bilincini ortadan kaldırarak bireyin karşısında beliren gücü abartmasına yol açan tüm olanakları sonuna kadar kullanması olmuştur. İnsan toplulukları güncel kullandıkları teknoloji ile uyum içinde yaşarken birden tüm kafaları karıştıran yüksek teknolojik ürünlerin piyasaya dolmasına izin veren sistem bu pahalı araçları kendine göre kullanmaya başlamıştır. İlginç olan insanların birey olarak bu karşı tehdide direnememeleri sonucu mağlubiyeti kabul etmeleridir.
20 yıl önce bireyin her an gözlenmesine olanak sağlayacak düzeneklerden bahsedilse insanlar hemen karşı çıkarlar ve mahremiyete öne koyarlardı. Ancak aynı insanlar sessiz sedasız kafalarını önlerine eğerek satın aldıkları teknoloji ile kendilerinin her türlü gizliliklerini ortaya koymakta gönüllü olarak sisteme hizmet etmektedir. Ne yaman çelişki değil mi? Peki bu mekanizmanın hangimiz farkındayız? Farkında olmak gibi bir kaygımız da yok çünkü 1980 den başlayarak toplumlara dayatılan sahte refah söylemleri dünyadaki para ve değerli kaynakların hareketini sanal bir mecraya doğru itmiştir. Gerçek ve bir değer kaynağa karşılık gelen varsıllık bir anda kendini sanal olarak ifade etmeye başlamıştır. Borsa hortlamış ve gelişmekte olan ülkeleri batağa çeken bir tatlı etkisi göstermiştir. Ortada mevcut olmayan para alınıp satılmaya başlanmış ve bu ortamda çok büyük kazanımla elde edilmiştir. Nasıl mı? Hepimiz bu dönemleri yaşadık ancak hangimiz geri dönüp işin muhasebesini yapmak zahmetinde bulundu? Bulunamazdı çünkü o günkü toz ve duman ortamında sadece o günü kurtarmaya yönelik bir dizi çalışmalar ile insanlar tüketilmekteydi. Çok değer verdiğiniz bazı şeyler veya geleceğiniz elinizden alınsa nasıl hissedersiniz? Altında ezildiğiniz stres ortamında etrafınızdaki hemen herkesin aynı durumda olduğunu görmek sizi nasıl etkiler? İşte bireysel teslimiyet kavramının geniş açılı açıklaması budur. Bu nedenle insanlar daha bireysel davranışlar içine girerek sadece kendini kurtarmayı planını ortaya atarak sistemi beslemeye devam etmiştir. Dikkat edin çarklar sizi öğütmeye devam ediyor ve siz bu durumdan memnunsunuz. İşte toplum mühendisliği son derece teknik bir sosyal dal olarak her daim önümüzde durmaktadır.
Toplumsal olgunun dışına çıkan birey kendini güncel zevk duyguları ile körletmeyi çok iyi başarmış ve bunu destekleyen yeni mekanizmaların da kurgulanmasına destek vermiştir. Yöneten “parçala böl” taktiğini uygularken birey de “küçük olsun benim olsun” aşağılık duygusu ile kendini tatmin etmiştir. Bugün ülkeler ve toplumlar bireysiz şekillenmekte olup bunun nasıl becerildiği tez konusu olmaya devam etmektedir. Birey ilginç bir şekilde cellâdını yönetime getirmekte ve durumdan kurtulmak için yapılması gereken hiçbir şeyi yapmayarak sisteme destek olmaktadır. Ulu önder Atatürk bu durumu “gaflet ve delalet” olarak çok veciz bir şekilde izah etmiştir. İşte bu nedenle kendisi son yüzyılın en ileri görüşlü devlet adamı olarak bilinmektedir.(*) Peki, bu gaflet uykusundan uyanmak olası mıdır? Çok basit bir yöntem kullanarak bu başarılabilir; sadece farkına vararak ve yeniden tüm toplum katmanlarını toplumsal birliğe yöneltecek çalışmalar yaparak. Mozaik iyi hoş ama parçalar düzgün ve yerli yerinde olursa bu gerçekleşir. Yoksa her şey üst üste çakışır ve kargaşa oluşur.
NEYİ NE KADAR BİLİYORUZ?
Sosyolojik, tarihsel ve teknik sistemler bir bütünlük içinde ele alınabilirse organizasyon ve yönetim alanında önemli aşamalar kat etmek olasıdır. Öngörülen sistemin analizi ve hazmedilmesi aşamasında kavramlar ve kayıtlara dayanarak davranışların kurgusu izlenebilir ve yanlışların düzeltilmesi kolaydır. Ancak “yanlış” kavramının içi boşaltılarak tartışmaya açılırsa yıllarca konu edilip, sayısız fikir üretilen, her zaman yeni söylemleri olan ancak tüm bunları proje haline getirememiş bir yapı ortaya çıkar ki bu yapının başarı şansı yoktur. Tartışma konusu olarak “turizm”i ele alırsak yapılanları daha iyi algılamak olasıdır. Son zamanlarda sıkça görülen, turizmin aleyhine ne varsa hepsinin uygulamaya konmasıdır. Bu şartlar altında sürekli bozulan ve darbe alan turizm için gerekliliği öncelikli doğa, hizmet ve alt yapı maddelerinin saptırılmasıdır. Bu tehlikeyi görmek zor olmasa da kör gözle bakmayı marifet sayan bazı STÖ örgütleri ve sektör paydaşları bakar körlüğe devam etmektedirler.
Doğa olmazsa turizm olur mu? Beton yapılarla ve suni havuzlarla turist geleceğini düşünmek kadar tesislerin arasına kondurulan AVM lerin yabancıları cezp etmesi son derece eklektik bir düşüncedir. Belki de doğadan ne anladığımızı sorgulamak gereklidir. Örneğin bahçedeki çim mi yoksa ağaç mı sorusuna ne yanıt verirsiniz? Peki, yollara çalışanların ezilme pahasına sürekli dikilen ve yenilenen bitkiler mi yoksa ağaçlar mı şehri yeşil yapar? Yol kenarındaki çiçekler ve onları sulamak için yollara taşan suların yolu kaygan hale getirerek kaza daveti midir yeşillik? Veya Ankara’da yeni icat edilmiş orta kaldırıma beton saksılar içinde çiçekler ekmek midir? Sanırım, doğayı bir bütün olarak görmeyen bilgisizlik, kibir ve görgüsüzlük bu işin sorumlusudur. Bir ağacı dikmek, onu yıllar içinde büyütmek biraz sabır ister. Belki de bu bize özgü tarihten gelen bir saplantıdır çünkü biz ağaç dikmeyen bir kültürü devam ettirmekteyiz. Eğer aksini iddia eden varsa, uçakla herhangi bir şehrin üzerinden kuşbakışı şehre baktığında ne gördüğünü bize anlatsın, öğrenelim. Sadece solgun kiremitler değil mi? Aynı mantık yeşil üzerine beton dökerek beton üzerine saksı koymayı marifet olarak düşünmektedir. İşin garip tarafı halkın bu durum karşısında onay vermesidir. Diğer bir algı yönetimi de ileri ülkelerin şehirlerindeki yeşilliği hiçbir şekilde göstermemek ve sanki bizdeki gibi her taraf betonmuş gibi farklı göstermektir. Yurtdışında özellikle büyük nüfusa sahip yabancı şehirlerde devasa parklar, bahçeler ve alanlar vardır. Turizm ile uğraşan kişiler artık kafalarını kumdan çıkartmak zorundadır.
Filmi geri sararsak, turizmin sürekli değişen ve yenilenen kararlarla bir yere varamayacağını ancak mevcut doğa yapısını korumak için çok ciddi tedbirlerin alınması gerektiğini de anlamak gereklidir. Toprak, üst katmanından kilometrelerce aşağılara kadar inen bir bütünlüğe sahiptir. Buradaki büyük mühendislik işlerine bakabilirseniz, toprağın yenilenmesi, karıştırılması, havalandırılması, sulanması, rezerv su tutulması gibi muazzam sistemin farkına varabilirsiniz. Ağaçların kökleri ile topraktaki alış verişleri, ağaçların kendi bünyelerinde ürettikleri ürünlerini nasıl bir şey beklemeden sunduklarını bir anlasak belki de betonu unutacağız. O halde toprak ve içindeki zenginlikleri bir bütün olarak ele almak gerekiyor. Son yıllarda sıkça yaşanan ve gelecek yıllarda artacak olan iklim düzensizliği büyük sağanak yağmurları getirecek. Sağanak yağmurun sel olarak akmasının nedeni sizce nedir? Yoksa betondan toprağa kavuşmak için yolunu bulmaya çalışırken damlalar birikerek yoğunlaşıyor mu, ne dersiniz?
Çam ağaçlarını kesip golf sahası yapmak, zeytin ağaçlarını kesip tesis yapmak, fındık ağaçlarını kesip kivi dikmek bir düşünce yanlışlığı mı yoksa iş bilmeyen azgın kapitalizm yandaşlığı mı? Doğanın kendi döngüsünü bilmek, ona saygı göstermek ve iyileştirmek gerekirken bunu elinin tersiyle iterek üstüne üstlük HES ler ve nükleer santral kurguları ile sürekli tahribat nereye kadar gidecek? Doğal suları satarak geleceğin en önemli ve stratejik zenginliğini hoyratça elden çıkaranlar cidden bilgisiz mi? Bu kararı alan kişiler gelecekte bu topraklarda neyi ekip neyi biçecekler? Doğayı korumak için ona uygun tesisler inşa etmek bu kadar zor mudur? Yoksa bu topraklardan vazgeçip başka yerlere doğru bir göç başlatmanın arifesinde miyiz?
(*) King of the Mountain, The Nature of Political Leadership – Arnold E. Ludwig)
Bu Makale 04.08.2014 - 09:33:36 tarihinde eklendi.
Kullanıcı Yorumları
-
Zafer Bey,
Sorun sizin de dikkat çektiğiniz kamusal yarar noktasında kilitleniyor. Yönetim elindeki gücü kişisel kazanımı için kullanmaya başladığında yasa ortadan kalkar. Yani kamu hakkı kişisel hak şekline dönüştürülür. Bu nokta kritiktir çünkü toplum algısı ile oynananarak farkındalık ötelenir ve bunun sonucu vatandaş, iş yapıyor çalabilir zırvasını savunur. Çünkü keni değerlerini bilmeden kamu malını bitmez bir kaynak gibi blinç altında tutar ve sıranın kenisine gelmesini bekler. Bu hastalıklı düşünceyi ortadan kaldırmak için kamunun sahip olduğu toprak, çevre, orman, botanik, fauna, sular ve denizlerin değerlerini ortaya koyacak bir ulusal plan yapılması gerekli. Eksiklik burada ve resmi kişilerin ortaya attığı hemen tüm planlar cambaza bak sistemine hizmet ediyor. Örneğin ÇED gibi çok önemli bir unsuru önce işlevsizleştirip sonra keni amacına uygun kullanmak bunlardan biri. Topyekun turizm konusunda bir geniş uzlaşma zeminine gereksinim var. Basit bir SWOT analizi bugünü ve alınması gereken tedbirleri hemen ortaya koyar. Böylece doğa yanında gıda üreticileri, sanayiciler ve bu sektörde çalışanlar ile bir bütün halinde ele alınmalıdır. Böyle çalışmalar hazır ancak buna kimse ilgi göstermiyor çünkü amaç kamu değil şahsi zenginlik. Yakın bir zamanda tüm safsataların bertaraf edildiği onun yerine bilim, akıl ve deneyimin öne çıktığı projeler ve detaylar ele alınmazsa durum değişmez. Hastalık gövdeye yapışmış ve kötüye gitmektedir ancak gövde sağlam ve büyüktür yeter ki onu besleyecek yeni filizlerin oluşması için el birliği ile durumun farkına varıp birlik olabilelim. Gerisi çok çalışmakla kısa süreli tedavidir.
-
Tamam Serdar Bey Durum gayet net olarak açığa çıkmış halde ve 102ormulü de farkındalık bilinç sentezler çözümler Modeller ve Uygulama Burada Kamusal Yararların öne çıkartılarak kişisel çıkarlar arka plana atılabilir ve böylece tıkanan süreçler de yerine oturtulabilir elbette. Fakat bu model Ulusal planda nasıl olup da devreye sokulacak? Esas sorun bu (ufak) detayda değil midir? Sorunların neden ve sonuç ilişkilerini aşarak artık sadede gelebilmek gerekmiyor mu Sizce..?
-
Zafer Bey,
Katkınıza teşekkür ederim. Bu konuyu yurt dışında toplantılarda da tartışmaktayız. Genelde sorun kişinin içindeki açlık ve hırs olarak belirlemekte ve iş bu noktaya geldiğinde politikacı yörüngesinden çıkmaktadır. Ufak hesap diye tanımladığınız arka planda kişinin değer verdiği kenisi için büyük kazanımlar da var ancak kişi doğum ile ölüm arasındaki benzerliği unutarak sürekli yaşayacağını zannederek zalim rolünü üstlenir. Öyle ki bu tiplerin en korktuğu şey bireylerin farkındalıkları ile bir araya gelmesi ve el birliği ile iş yapmasıdır. İşte o nedenle balık tutmayı öğretmek yerine topluma bedava balık dağıtılır. Bu döngü ile toplum tembelleşir ve fikir üretemez. Belki göbeğini kaşır o kadar. Yoksa bizim bahsettiğimiz duyarlı her bireyin karşı çıkması gereken şeylerin rağbet görmemesi olası değildir. Ancak her sis bir zaman sonra kalkar. Şimdi ilginç bir dönemden geçerken sislerin ardından pırıl pırıl bir gelecek görünmektedir. İyice etrafı koklarsanız pis kokular yerini yağmurda ortaya çıkan temiz ozon kokusuna dönüşmektedir. Yakında el birliği ile sorun olarak dışarıdan dayatılan zorlukları ne kadar kolay hallettiğimizi göreceksiniz. Yüce Atatürk önderliğinde sapmadan yolumuza devam edeceğiz.
-
Mustafa Bey,
Katkınız için teşekkürler. Belli bir kültür ve teknik birikime sahip olduğunu varsaymak istediğimiz, belli mevkileri kaplayan kişilerin yönettiği kurumların içlerinin fos olması milli bir sorun olarak görünmektedir. Ne yazık ki sisteme verilen zararların birkaç on yılda bile düzeltilemeyeceği ortadadır. Herşey elle tutulur ve bilimsel olarak kanıtlanmışken halen ufak kazanımlar için insanlara yalan söyleyen politikacı tipleri artık sistem dışına atabilmemiz gerekiyor. Aslında tarihi gerçekler bu döngünün yaşanacağını söylemekle birlikte süreci hızlandırarak daha iyi günler için çaba göstermek işin doğrusudur. Her olayı politik olarak algılamak ve yorumlamak bize sadece patinaj yaptırmaktadır. İşte bu noktada farkındalığın ortaya çıkması ve iyi bir gelecek için her bireye aynı yolu gösterebilmesi ilerleme olabilir. Bu bizim ülkemiz için yakında gerçekleşecek ve yapanın yanına kalmayacak. Karanlık aydınlığa gebedir.
-
Sorularınız tam bir hayat görüşü sentezine dönüştü Serdar Bey Ama benim varabildiğim nokta: Her tür sorunun arkasındaki NedenSonuç milşkisinde bir UfakHesap yatmasıdır Böylece Büyük düşünemeyenler de Elma toplamak için HEP binilen dalı rahatça koparabilmektedir PLANLAMA başta gelmek üzere Geniş Organizasyon ve Örgütlenme düzenleri ise, bizim Milletin bir türlü başaramadığı ve HEP Göçün Yolda Düzelemediği toplumsal olaylarla dolu Tarihsel gerçekler, Ulusal SİNERJİ oluşmasına ve FARKINDALIK ile UYANMAYA ve Mehter marşıyla bile olsa İLERLEMEYE ihtiyaç göstermektedir. Spot düşünce ve fevri karar zihniyetleri tamir edilebilirse, Toplumsal ve Endüstriyel atılımlar VİCDANLAR ile bile kotarılabilir Mi Acaba..?
-
Zafer Bey,
Katkınıza teşekkürler. Turizm ucu açık bir tartışma konusu olarak kafaları meşgul ederken bu sektöre emek vermiş veya sektörden para kazanan tüm kişi ve kuruluşların doğahizmetalt yapı üçgeninin farkında olması gerekli. Bugünkü politikacıyı parlatmak için bu üç ana madde karşıtı görüşler bindiği dalın kesilmesidir. Eğer sosyolojik bir analiz yaparsak, son 30 yılın topluma dayattığı en tehlikeli olgu, tehlikeyi bireysel boyuta indirgemek ve bize birşey olmaz döngüsüne oturtmaktır. Türkiye süratle çölleşiyorsa, bunu Sayın Hayrettin Karaca bu yaşında mücadele ederek anlatmaya çalışıyor ancak turizmci anlamamakta ısrar ediyorsa sorun buradadır. Nükleer gerçek bir sorun olmasına rağmen bu tarz santrallerde ısrar etmek ve turizm camiasının desteğini anlamak olası değil. Bunun yanına HES, GDO gibi sayısız suni maddeyi koyarak geleceğin karartıldığını fark etmeliyiz. Bugün ülkemizde turizm hizmeti için yabancı çok sayıda insan kaynakları firması hizmet veriyor, biz istihdam azalıyor diye sorgulamıyoruz. Alt yapı zaten 10 dakika yağan yağmurla keni kalitesini belli ediyor. Tüm bu gerçekler ortadayken ve elle tutulur veriler söz konusu iken halen üçüncü hava limanı kapasitesinin artırılmasını alkışlamak tam bir körlüktür. İstanbula gelen turist sayısı belli, peki bunun onlarca katı kapasite nedir diye turizm sektör paydaşları sormadan sırıtkan ifade ile tebriklerini dağıtıyorsa farkındalık ortada yoktur. Herşey tekniktir ve hesap esastır. Kapasite ve fizibilite hesaplamaları olmadan ne düzelebilir? Artık şakşakçılık yerine akıl gelmeli ama nasıl? Peki bu akıllar neden bu şekilde tutulabiliyor? Sakın Osmanlı da bu şekilde batmış olmasın? Saraylar, köşkler, borç alınan paralar, verilen kapitülasyonlar, eyyamcılar, dalkavuklar, sanal düşmanlar. Tarih farkına varılsa tekrarlanır mıydı?
-
Öyle bir gün gelecek ve sizler paranın yenmeyeceğini geç te olsa anlayacaksınız demiş bilge bir Kızılderili şefi..Bindiğimiz dalı kestiğimiz bu bilinçsiz tüketim çılgınlığına dur diyebilecek en iyi çözümlerin başında Hayatın her alanında farkındalığımızı yükseltmek olduğu görüşünüzde hemfikirim..Sevgi ve Saygılarımla..
-
Turizmde farkındalık: Yıllardır süregelen sorunlar karşısında sürekli ağlaşmak yerine Çözümler üretilmesini gerektirmez mi Serdar Bey..? Her vesileyle tekrar uygulanan tasarruf tedbirleri ve 12 aya çare bulunamamasıyla zorunlu kış tatilleriyle büyüyen turizm hizmetkarlarımıza doğru yolları gösterebildik mi..? Ortak akıl birliği olarak ses getirmesi ve çözüm peşinde koşması gereken STK larımız Lafla peynir gemisi yürütme ve Şampiyonluk demeçleriyle zaman tüketirken Turizmde Çözüm Üretecek (daha da önemlisi) UYGULAYACAK mekanizma nedir..? Devlet yıllardır piyasadan el çektim Derken.. ve Stratejinin gerekleri de ortada kalmışken Oyunun kuralları ve sorumluları belirsiz bir Döğaçlama gidişle nereye varılabilir ve Farkındalık pusulası nasıl çalışabilir acaba..? Belirttiğiniz gibi, Anadolu değerleri de Şampiyon alışkanlıklarıyla tükenince Cümleten yeni diyarlara turistik Outgoing Kitle Turizmi de paralel başarıyla yükselebilir herhalde.. NeDERsiniz..?