Emir Hepoğlu

Doğası, gereği kültür başkenti

1989 kışı ocak ayının soğuk ama güneşli bir pazartesi sabahı...
Yaşadıkları metropolden, ülkelerinin en popüler tatil mekanı olan şehre, yeni açılacak bir otel için staja gelmiş turizm öğrencisi iki genç delikanlı yeni bir ortamda bulunmanın ve evden kısa bir sürede olsa ayrılmanın verdiği heyecanla, otobüsten iner inmez dosdoğru işe başlayacakları otelin olduğu semte taksi ile gitmek yerine, tüm şehri yürüyerek ve aynı zamanda tanıyarak hedefe ulaşmayı tercih ederler.

Doğma büyüme büyük şehirli olan iki genç , harabe görünümündeki otogardan ayrıldıktan sonra, kah yoldan geçenlere sorarak, kah tabelaları takip ederek şehir merkezini nihayetinde bulurlar. Yaşadıkları şehirden çok farklı olan bu küçük kent onlar için neredeyse kasaba kıvamında ve olabildiğince şirin bir görünümdedir. Bütün sokakları turunç ve portakal ağaçları ile kaplı yemyeşil bu cennette nerede ise otomobil , dolmuş , otobüs v.s. yoktur geldikleri yer ile karşılaştırıldığında. Elbette bu onlara oldukça şirin ve bir o kadar da garip gelmektedir. Zira onların geldikleri yerde kargaşa, trafik , kalabalık , hava kirliliği v.s. oldukça doğal ve hayatın içinden enstantanelerdir. Oysa daha ilk gördükleri şeyler bile onlara cennete oldukları hissini vermiştir bile.

Evet mevzubahis olan  şehrin adı Antalya ve hikayenin kahramanlarından biri de bendim. Dile kolay aradan tamı tamına yirmi bir sene geçmiş. Bu saatten sonra soranlara doğma büyüme İstanbulluyum demek artık pek doğru gelmiyor vallahi. Nerede ise bir ömür geçmiş bu güzel şehirde. Zaman zaman İstanbul’u özlemiyor değilim elbette , çok sık olmasa da arada sırada  gidiyorum. Her gittiğimde ise aklımdan geçen aynen şöyle bir şey oluyor ‘’ yahu ben bu şehirden kaçtığımda trafiği çekilmez halde , havası kirli ve olabildiğince kalabalık bir yerdi peki ya yirmi bir yıl sonra ne değişti , gördüğüm kadarı ile bu saydıklarım katlanarak büyümüş ve kim ne derse desin şehir daha da çekilmez, yaşanmaz bir hal almış ‘’.

Ancak Avrupa Kültür Başkentimiz her zamanki dinamizmi ve çok uğraşsak da kaybedemediğimiz güzelliği ile hala cazibesini koruyor.
Çok değil sadece birkaç gün önce Avrupa Kültür başkentinin minyatür ‘’Central Park’ı ‘’ Taksim parkında turlarken parkın tam göbeğinde peyzajı yeni tamamlandığı her halinden belli muhteşem ve rengarenk bitki örtüsü ve çiçek çeşitleri üzerine konuşlanmış bir gurup kadın ve çocuk gördüm. Renkli yöresel kıyafetleri içinde oldukça rahat bir görünüm sergileyen ve çevre ile bütünleşmiş vatandaşlarımız , bir yandan Taksim’in göbeğinde piknik yaparken, diğer yandan da önümüzdeki kış için olsa gerek eşleri ya da çocuklarına kazak, süeter v.s. örmek  ve yaramazlık yapan çocuklarına anlamadığım bir dilde ama gördüğüm kadarı ile fırça atmak ile meşguldüler. Bu arada fotoğraflarını çekmeye çalışan bir grup Avrupalı turiste altın kaplama dişlerini gösterip aynı zamanda da gülümsemeyi de ihmal etmiyorlardı . Bir kültür başkenti için oldukça etkileyici bir sahne , doğu ve batının buluşması, farklı kültürlerin birbirlerini tanıması için muhteşem bir ortamdı.

Önce , parkın görevlisi yok mu kardeşim , herkes çimlerin üzerine oturmuş , güzelim çiçekleri ezmişler nerde bu belediye, nerde bu devlet diye bağırayım dedim, ardından o anda önümde gerçekleşen olaya şahit olurken birden vazgeçiverdim . Biraz önce fotoğrafları çekilen kadınlar bundan hoşlanmış olacaklar  turistleri sofralarına davet etmiş sigara böreği ve çay ikram ediyorlardı. Mutlulukları her hallerinden belli olan turist grubu ise börekleri homini gırtlak yaparken kadınlara kendi dillerinde teşekkür ediyor ve  anlamadıkları bir dilde karşılık alıyorlardı. Kültürlerin buluşmasını bundan daha güzel anlatacak başka bir sahne düşünemedim ve o anda yanımda fotoğraf makinesi taşımadığım için kendime küfür ederek istiklal caddesi istikametinde yoluma devam ettim.

Cadde her zamanki hareketliliğini ve canlılığını sürdürüyor. Yüz yıl sonra gelseniz sanırım yine aynı durumda olur . İstiklal’in güzelliği de sanırım buradan geliyor , her zaman için şehrin cazibe merkezi , hep kalabalık , hep gürültülü , her pasajdan ayrı bir müzik sesi geliyor kulağınıza . Türkü , Jazz , Blues , Rock , Etnik envai çeşit müzik tınısı . Bu arada sokak çalgıcılarını da unutmamak lazım , New York metrosunda saksafon çalanlar halt etmiş bizimkilerin yanında, klarnet, elektro saz , klasik gitar , vurmalı çalgılar icracılarının elinde  muhteşem nameler çıkartıyor ve cadde boyunca paylaşıyorlar herkesle.

Cadde tıka basa insan dolu ,hemen her milletten var desek , yemin etsek başımız ağrımaz vesselam. Çinli , Arap , Alman , Fransız , Hintli , Japon ne ararsan caddede mevcut , al sana kültürlerin buluştuğu ortak bir alan , al sana kültür başkenti. Kasmaya gerek yok , İstanbul’un her köşesini İstiklal’e benzetin , huzurla , güvenle dolaşılabilecek , alışveriş yapılabilecek  alanlar yaratın , başka bir şey yapmanıza gerek yok . Ah birde taksim meydanında U2 konseri yapılsa muhteşem olurdu ya neyse şimdilik hayallerimi süslesin yeterli.
Caddede yürüyen insanlara şöyle bir bakıyorum da , bırakın ayrı kültürleri herkes farklı bir dünyadan sanki . Hala 70’leri , 80’leri yaşayanlar ve bunu giysileri ile yansıtmaktan çekinmeyen bir dolu insan mevcut.

Takım elbise ve fötr şapka ile 50’ler tarzında amca beylerin yanından , Punk Rock ölmedi hala yaşıyor kardeşim dercesine siyahlara bürünmüş , saçları kirpi misali kızlı erkekli bir grup genç süzülüyor. Bu dünyadan olup olmadıklarına emin olamadığım farklı bir gurup da 19. Yüzyılda sirk olarak kullanılan ve şimdilerde Ferhan ŞENSOY’un tiyatrosuna ev sahipliği yapan Halep pasajının köşesine çöreklenmiş sigaralarını tüttürüyorlar .Ağa camiinden yükselen ezan sesi caddenin uğultusunda kaybolmadan binlerce kulağa ulaşıyor . Tam bu sırada birde Saint Antoine kilisesinin çanları da çalsa , bu ülkede dinlerinde yan yana , birlikte yaşadığını canlı olarak İstiklalden geçen yedi düvele duyursak diye içimden geçiriyorum ama nerde , kısmet değilmiş . Aynı anda popçu Hande YENER kalabalık bir ekiple Galatasaray lisesi istikametinde hızlıca yol alıyor , sanırım filan klip çekecekler.

Uzun lafın kısası , yüzyıllar boyu dünyanın merkezi olarak anılmış , imparatorluklara ev sahipliği yapmış ve çoğu zaman kadın olarak anılmış bu güzel şehre zaman içerisinde her ne kadar ihanet etmiş olsak da o yinede alımlı , yinede görkemli. Her bir köşesi ayrı bir simge olan ve dolayısı ile zihinlerde anılması için oldukça fazla sembol barındıran bu mükemmel şehre ‘’ Mevlevi ‘’ sembolünü uygun gören zihniyete inat mağrur ve dimdik ayakta...

İstiklal caddesi sadece bir örnek , ama oldukça dolu bir örnek . Caddeye dikkatlice baktığınızda , dinlediğinizde ve soluduğunuzda Türkiye’yi de görmeniz mümkün , Dünyayı da. İçinde bir çok çelişkiyi barındıran bu ilginç ve güzel şehir değil Avrupa , Dünya Kültür Başkenti olarak anılmayı da çoktan hak etmiştir. Yani biz istesek de , istemesek de kültür’ün , tarih’in ve sanat’ın doğal başkenti , birilerinin lütuf da bulunmalarına gerek kalmadan.

Saygılarımla

Emir HEPOĞLU 


Bu Makale 08.06.2010 - 08:41:40 tarihinde eklendi.


Kullanıcı Yorumları
Henüz yorum yapılmadı.
En Çok Okunanlar
Bunları Okudunuz Mu?
Yazarlar
Tüm Yazarlar
GÜNCEL HABERLER
SEKTÖREL HABERLER

Turizm gündemine ilişkin haberlerin her gün mail adresinize gelmesi için abone olun.