Katılmamak mümkün değil.Gerçekten harika bir yazı ...
Ekim ayı sonunda Çin’e iş gezisinde bulunmuş, deneyimimi köşemde paylaşmıştım. Çin’de geçirdiğim bir hafta içinde bol bol gözlem yapma fırsatım olmuştu. Çok yoğun bir program kapsamında, bir şehirden diğerine giderken, gerek yollarda geçen sürede çevreyi; gerekse ziyaret ettiğimiz yerlerde farklı profildeki insanları gözlemledim.
Çin sanayi, ticaret ve üretimde çok ileride olsa da bu gün yaşadığı korona virüsü kaynaklı krizin başına gelmesine şaşırmamak gerekiyor. Her toplumun kültürel bir yapısı var. Yargılamak, özellikle aşağılamaya varan tutumlar ve söylemlerde bulunmak çok çirkin bir yaklaşım. Çin’in yeme içme alışkanlıkları bizim için anlaşılabilir gibi değil, bu olay bir dönüşüm içine girmeleri konusunda acı bir öğreti oldu. Virüsü hayvanlardan kapmış olmalarına şaşıramayız. Her türlü sürüngeni, bazılarını çiğ olmak üzere tüketen bir toplum var karşımızda. Yemek konusu bizim de orada yaşadığımız bir sorundu. Yemeklerle ilgili detaylara girmeyeceğim.
Yeni nesil, bu gibi tüketim alışkanlıklarından uzaklaşmış durumda ancak belli bir yaşın üzerindeki, kırsalda veya köylerde yaşayanlar ile kırsaldan şehirlere göç etmiş kitlelerin hala bu gelenekleri sürdürdüğüne dair bilgiler edinmiştim. Bir hayvan sever olarak köpeklere ve genel olarak hayvanlara yönelik uyguladıkları tüketim alışkanlıklarına yıllardır karşıyım ve bu konuyu kesinlikle anlayamıyorum anlamak zorunda da değilim. Vahşice katlederek öldürdükleri köpekler bir süre kâbuslarıma girmişti. Görmemeyi seçerek, yok saymaktan başka bir yöntem geliştiremedim. Hatta bu konu yüzünden, Çin asla gitmeyeceğim bir ülke diye kendime söz vermiştim ancak profesyonel hayat gereği kurumum adına gerçekleştirdiğim seyahatte, bu dev ekonomiyi yerinde görmek bana farklı pencereler ve yeni bir vizyon kattı. İyi ki gitmişim. Çin’e gitmemiş olsam bu yazım daha farklı olabilirdi, bu nedenle yerinde gözlem yapmadan bir konu hakkında beyanda bulunmamak gerektiğini düşünüyorum. Avrupa ve diğer kıtalardan bazı ülkeler bazı dönemlerde Çin’i bu konuda eleştiriyorlar ancak İspanya boğaları gelenek adı altında arenalarda katlediyor, boynuzlarını yakıp halkın arasına sürüyor. İnanın ne arenada ölen o matadorlara üzülüyorum, ne de boynuzu yanan zavallı hayvanın altında kalıp ezilenlere. Hollanda büyük baş hayvanları ayaklarından asıp silindirlerden geçirerek gözleri göre göre kesiyor. Biz de kurban bayramlarımızda toplu kesimler ile aynı şeyi uyguluyoruz. Hayvanları bilinçsiz sanıyoruz. Yanında başka bir canlı çırpınarak can verirken o bunu anlamıyor mu sanıyoruz? Japonya balinaların yavrularını yakalayıp anneyi tuzağa düşürüyor, yağı uğruna canlı canlı karnını deşiyor. Malezya maymunların beynini canlı canlı yiyordu, yasaklandı ancak ne kadar etkili bir yasak oldu, bilemiyoruz. Buna keza dünyanın en medeni ülkeleri arasında gösterilen İsviçre Noel’de kedi yiyor!
Bazı hayvanat bahçelerinde eğer nüfusu fazlalaştı ise zürafa, zebra gibi hayvanlar aslanlara yem ediliyor. Hayvanat bahçelerine ve yunus parklarına ise kesinlikle karşıyım, hepsi kapatılmalı, ha madem bunları hayvanlara hak görüyoruz o halde insan parkları da açalım! Dünya ülkelerinden insanları alıp bakın Alman böyle sarışın, Japon böyle çekik gözlü diyelim, ne farkı var? Bir tür diğer bir türden üstün mü? Doğa bir arada yaşamamız gereken bir bütün değil mi? Hayvanat bahçesi konusunu arkadaş çevremde özellikle çocuk sahibi arkadaşlarımla tartıştığımda hepsi çocuklarının hayvanları tanımaları gerektiğini savunuyor, bu konuda okumuş cahillerimiz ve empati yoksunlarımız fazlalıkta. Örneklere devam ediyorum. Çin’de zavallı minik hayvanlar canlı canlı, anahtarlıklar içindeki sıvılara hapsediliyor. Bilim çalışmaları adı altında bazı hayvanlar patlatılıyor. ABD geyik önleyici elektrikli teller çekiyor arazilerine. Hayvanlar akıma kapılıp ölüyor. Peki, çiftlik hayvanlarına ne demeli? İstiflenen hayvanlar hormonlu beslemeler ile kısa sürede şişiriliyorlar ve bizler bu etleri yiyoruz. Kanserinden tut, türlü hastalık her geçen yıl bu şekilde yaygınlaştırılıyor. Sonra gelsin tedaviler ve binlerce liralık ilaçlar! Kazlar tüyleri uğruna sürekli yolunuyor. Kürk giyenleri ise insan olmaya davet ediyorum. Kürkleri kesilmesin, bozulmasın, ölünce sertleşiyorlar yüzemiyoruz deyip hayvanların kürklerini canlı canlı yüzüyorlar. Bunu bile bile o kürkleri nasıl giyebiliyorlar? Yazarken gözlerim doldu. Bir kez daha insanlık adına utandım. Yani bugün Çin’e kaka pis diyen, karikatürler çizip onlarla alay eden sözde modern ve medeni ülkeler dönüp bir de kendilerine baksınlar lütfen. Kendileri de acımasız ve caniler. İspanya dediğin yer Avrupa’nın turizm ülkeleri içinde önemli bir yer tutuyor.
Veriler ışığında istatiksel bir sonuca da varıyoruz, Asya ülkeleri hayvanlara işkence konusunda öndeler.
Gelelim korona virüsüne ve Çin’in hayvanlarla ilgili yeme alışkanlıklarının kaynağına.
Korona hayvanlar arasında yaygın olan bir virüs türü. Salgının da sürüngenlerden insanlara bulaştığı belirtiliyor. Komünist lider Mao 1958’de tarım alanında ilerlemek amacıyla tarım arazilerine zarar verdikleri gerekçesiyle ülkedeki 2 milyon serçeyi öldürtüyor. Bir süre sonra tarlaları böcekler basarak tohumları yiyor. Bir kişi de çıkıp eko sistemi Mao’ya anlatmamış mı acaba? Ah ya da durun tahmin edelim, bilim insanları ‘‘yapmayın’’ demiştir ancak siyasetçi ‘’sen ne bilirsin’’ diye karşılık vermiştir. İki milyon serçenin intikamını böcekler almış. Kainat hiçbir zulmü karşılıksız bırakmaz. Tarımda yaşanan bu büyük sorun ülkede kıtlığa neden oluyor, 3 yılda tam 20 milyon kişi kıtlık nedeniyle ölüyor. 2 milyon serçeye karşın 20 milyon insan. Kıtlık nedeniyle halk karnı yere bakan olarak kategorilendirdiği tüm hayvanları yemeye başlıyor, bunların arasında böcekler ve sürüngenler de var. Tabii köpekler de. Bir liderin hatalı kararı milyonlarca insanın hayatına ve zamanla gelenekselleşen bir alışkanlığa neden oluyor.
İşte bu gibi nedenlerle ülkeler hiçbir lideri tek yetkili kılmamalılar.
Çin örneği bize iğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır atasözünden bir kesit sunar gibi…
Gelişim çok yönlü, yani; ekonomi, sanat, kültür, eğitim gibi konularda eş zamanlı veya birbirini takip eden bir uyum ve hızda gerçekleştirilmediğinde bazı sorunlar da zaman zaman baş gösterebiliyor. İsmini yazarak sizde bir mide bulantısı yaratmak istemeyeceğim hayvanları tüketiyorlar ve bir gün o hayvanlardan virüs kapıyorlar, buna şaşırmamız beklenemezdi.
Peki biz Çin’in içinde bulunduğu bu süreçte neler yapmalıyız?
Çin, Türk turizminin üzerine eğilmesi gereken, çok önemli bir hedef pazar. 1.5 milyar nüfuslu ülkeden yalnızca 450 bin turist alıyoruz. Bu yıl hedeflere virüs nedeniyle ulaşılamayacaktır. Hızla gelişen bu dev ülke ile gerek ilişkilerimizi, gerekse turizm potansiyelimizi ciddi bir şekilde ele almalıyız. İki toplum arasında ilişkileri güçlendirici etkinlik ve festivaller düzenleyerek oradaki olası hedef kitlenin dikkatini çekmeliyiz. Türkiye, Çin için Avrupa’ya oranla daha samimi ve yemek konusunda rahat edecekleri önemli bir destinasyon! Bakanlığımız odağını biraz da uzak diyarlara yönlendirebilir. Vatandaşımızın ise her Çinliye vebalı gözüyle bakmaması gerekmektedir. Elbette bir süre uçuşlarımızı durduracağız, denetimlerimizi artıracağız ancak bu kriz ortamında sergileyeceğimiz yaklaşımlar ile Çin halkına ‘‘sen virüslüsün, pissin benden uzak dur’’ algısına neden olan bir tutum sergilememeliyiz. ‘‘İçinde bulunduğunuz zor dönemde sizi anlıyoruz, Sağlık Bakanlığı ve Dünya Sağlık Örgütü uyarıları nedeniyle size geçici süre hizmet sağlayamıyoruz, konunun takipçisiyiz ve en kısa sürede hizmetlerimizi yeniden başlatmayı diliyoruz’’ tarzında bir iletişim dili kullanmalıyız.
Geçtiğimiz günlerde Emir Hepoğlu instagram hesabında bir story paylaşmıştı. Bizzat şahit olduğu olayı şu şekilde aktarıyordu. Antalya Kaleiçinde bazı esnaflar, çekik gözlü kişilere ‘’are you corona’’ (Korona mısınız) şeklinde alaycı ifadelerle, kendilerince şaka yaptıklarını sanmışlar. Aman ne komik! Bir yanda Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı kuruyor, birçok yatırımda bulunup turistleri ülkemize çekmeye çalışıyoruz; diğer yanda sokağa çıkan turist böyle saçmalıklara maruz kalıyor. Esnafımız bir türlü eğitilemiyor. Bakanlığımız esnaf eğitim çalışmaları da yapmalıdır. Taksicisinden kafesine, restoranına eğitim büyük önem arz ediyor. Tabii işini layıkıyla yapan esnafımızı tenzih ederim, üzerine alınması gerekenler onlar değil.
Katılmamak mümkün değil.Gerçekten harika bir yazı ...
Yorumlarınız için teşekkür ederim. Maalesef tüm bunlar bizde ve dünya genelinde yaşanan; üzücü, kahredici ve bizleri çaresiz bırakan yaklaşım ve uygulamalar. Çevreci görünen ülkeler başka ülkelerin kaynaklarına çöküyor, insan hakları diyenler diğer ülkeleri karıştırıp milyonlarca kişinin ölmesine neden oluyor. Yeşili savunanlar ormanları yakıyor. Genel olarak, gerçek yüzlerini gizlemek için çalmaya çalıştıkları şeyleri sanki ''koruma misyonu'' edinmiş rolünü oynuyorlar.
Sabah işe aracımla seyir halinde gelirken önümdeki üst segment bir arabanın camından içilen içeceklerin kutuları umursamazca atıldı caddeye... Geçen yaz Kotor da old town da bir cafe de otururken yan tarafta hediyelik eşya satan iş yerindeki esnaf gelip geçen kadınlara ingilizce laf attığında önce "ne oluyor, ben neredeyim" diye durdum. Arkasından esnaf yanındaki arkadaşı ile Türkçe konuşmaya başlayınca kafamda her şey netleşti. Sonuçta bir ülkenin insanı ne ise esnafı da o... O yüzden sadece esnafı eğitmek de yetmiyor. Maalesef ülkemizde de hala sahipli - sahipsiz hayvan ayrımı sona ermedi. Faytonlar kaldırılsın kaldırılmasın diye tartışılması bile komik olan durumu tartışıyoruz aylardır... Eline tüfeği alan keklik, bıldırcın, ördek avlama derdinde.. Geyik öldürtüp döviz kazanıyoruz.. Sokakta yürürken yatan kedileri köpekleri tekmeliyoruz. Kara veba salgınında sorumlu olarak cadıları ve kedilerini gören Avrupa on binlerce kediyi öldürünce şehirler salgının asıl sorumlusu fareler tarafından istila edildi veba çığ gibi büyüdü. Milyonlarca insan öldü.. İlk taşı en günahsız atsın desek ne Avrupa, ne Asya ne biz hiç birimizin yatacak yeri yok.. Ama eminim ki bu savaşın sonunda doğa ana eninde sonunda kazanacaktır.
Dostum kutlarım çok cesur ve tarafsız bir yazı olmuş. İnsanoğlu olarak doğaya zarar verdiğimiz sürece, onunla uyumsuz yaşadığımız sürece o da bizden intikamını alacaktır. Hollywood filmlerinde hep bizden daha büyük, daha güçlü canlılar bizi yok edecekmiş gibi gösteriliyor ama bence insanlığın sonu kendinden çok daha küçük canlılar tarafından getirilecek bence. Öyle egolu varlıklarız ki gözle göremediğimiz bir canlının bizi öldürebileceğini bile kabul etmek istemiyoruz. Kendimizi hep en üstün en akıllı sanıyoruz ve malesef senin de bahsettiğin gibi diğer türlere zarar vermeyi kendimize hak görüyoruz. Halbuki corona neymiş? Bu gezegenin en ölümcül virüsü bizleriz yani insanlar...
Turizm gündemine ilişkin haberlerin her gün mail adresinize gelmesi için abone olun.
www.turizmguncel.com internet sitesinde yayınlanan yazı, haber, video ve fotoğrafların her türlü hakkı Turizm Güncel A.Ş.’ye aittir. İzin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez.
Copyright © 2018 - Tüm hakları saklıdır. Turizm Güncel
Tasarım & Yazılım Altyapısı DataNet Bilgi Teknolojileri