Can Pulak

Çevre ve turizmde reform gereği

Ege ve Akdeniz’in dantel gibi koylarını, kıyısındaki köylerini bekleyen akıbeti kimseler bilmiyor. Koruma kararlarının ciddiyeti ve disiplini maalesef kalmadı.

Önce özerk Çevre Bakanlığı, sonra Özel Çevre Koruma Kurumu kaldırıldı. Bakanlık önce Orman, yıllar sonra Şehircilik Bakanlığı’nın şemsiyesi altına sokuldu. Özel Çevre Koruma Kurumu’nun üzerine bir çarpı işareti çekilerek, görevleri Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na devredildi. Böylece ülkenin çevrecilik gibi ciddi bir sorunuyla ping-pong gibi oynandı.

Kim yaptı, neden yaptı gibi sorularla uğraşmanın artık bir yararı yok. Şimdi yapılması gereken iş, Türkiye’nin doğal güzelliklerinin ve değerlerinin koruma çerçevesini değiştirmektir. Bu güzellik ve değerleri kim koruyacak? Şehircilik Bakanlığı mı, can çekişmekte olan Çevre Müsteşarlığı mı, Orman Bakanlığı mı, Turizm Bakanlığı mı, Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu mu, belediyeler mi? Söyler misiniz kim koruyacak?

Hiçbirinin çevre konusunda bilgisi yok. Olması da mümkün değil zaten. Tam konuyu öğrenecekken, çevre bir başka adrese bağlanıyor. O adresin bürokratları tam derslerini çalışmaya başlarken, çevre ellerinden kayıp bir başka bakanlığın arka bahçesine giriyor. Komik ama, ne yazık ki gerçek bu. Türkiye yıllardır, hatta özellikle son 20 yılda çevre adlı bir komediyi oynamakta ısrar ediyor. Bu komedinin ne yazarı belli, ne de ciddi oyuncuları.

Oysa Türkiye, çevre ile ilgilensinler diye binlerce bürokratına ve o bürokratların bağlı oldukları kurumlara tonlarca para ödüyor. Ama karşılığında alabildiği bir şey yok. Çeyrek asırlık sonuç, ‘dostlar alışverişte görsün’den öteye gitmiyor. Koyların haline bakın, turizmden para kazandığımız bölgelere bakın, delik deşik hale getirilen ormanlarımıza bakın, göl ve nehirlerimizin pisliğini inceleyin, çöplük haline getirdiğimiz denizlerimizi gözden geçirin, ne demek istediğimi anlarsınız…

Rahmetli Özal, çevre konusuna büyük önem verdi. Çevre Bakanlığı’nı dünya fonlarından faydalansın diye o dönemde kurduk. Özel Çevre Koruma Kurumu’nu, (ki bu kurum koyların ve kıyısındaki köylerin korumasında, kaçak yapılaşmanın kısmen önlenmesinde büyük görevler yaptı) devreye soktuk. 

Birleşmiş Milletler’in tüm dünyaya örnek gösterdiği Çevre İzcileri’ni hayata geçirdik ve örnek kamplarını açarak, Doğu’dan batıya tüm çocuklarımızın çevre eğitimi alabilmeleri için kaynak yarattık. Şimdi bunların hiçbiri yok. Eğer Çevre İzcileri teşkilatı dağıtılmasaydı, bugün Türkiye’nin gönüllü milyonlarca fahri müfettişi olur ve çevre fotoğrafı böylesine kararmazdı.

Her neyse, bunların hepsi geride kaldı. Ancak bilmemiz gereken geçmişi, bir miktar hatırlamakta yine de fayda var. Rahmetli Özal’ın başbakanlığında, kendisine 4 proje önerdim. Biri Çevre Bakanlığı’nı, diğeri Çevre İzcileri’ni, öteki ise Çevre Koruma Kurulu’nu kurma kararlarıydı. Hepsine ‘’evet’’dedi. Fakat dördüncüsünü çok doğru bulmakla beraber, biraz düşünmesi gerektiğini söyledi. O da,Türkiye’nin dört bölgeye ayrılması, hepsinin başına olağanüstü yetkilerle donanmış genel valilerin getirilmesi ve turizmden para kazandığımız il ve ilçelerin belediye başkanlarının seçimle değil tayinle atanması idi. Hele belediye başkanları konusundaki teklifime, baştan ‘’tam isabet’’diyerek çok sıcak yaklaşmış, ancak iki-üç ay sonra bunun demokrasiye aykırı bir şey olacağını söyleyerek, bu projeden vazgeçmişti.

Şimdi bugünün Türkiye’si için yeniden söylüyorum. Nasıl bir zamanlar terörle mücadelede ‘olağanüstü hal valileri’ varsa, bundan böyle Türkiye’nin 4 bölgesi için de ‘turizm bölge valileri’ olmalıdır. Marmara-Ege-Akdeniz ve Karadeniz bölge valileri, turizm bilgisine ve görgüsüne, çağdaş dünya görüşüne sahip, lisan bilenler arasından seçilmelidir. Bunların mutlaka meslekten olmaları da şart değildir. Turizm Bakanlığı’nda başarılı hizmetler vermiş yüksek bürokratlar, sektörde değerli görevler yapmış seçkin turizmciler, üniversitelerin dünya görmüş ve konularında iyi yetişmiş bilim adamları, hatta çok zengin iş adamları böyle bir göreve rahatça getirilebilirler.

Aynı şekilde, çevre konusunda da yenilikler yapabilir, konuya daha akıllıca yaklaşımlar düşünebilir ve bunun için sıradan bürokratları değil, ülkemizin iyi yetişmiş çevrecilerini göreve çağırabiliriz. Çevre konusunda öncelikle yapmamız gereken şey, çevre ile turizmi birlikte değerlendirmek olmalı. Eğer çevre başlı başına bir otorite olarak düşünülmeyecekse, o takdirde Çevre ve Turizm Bakanlığı yeniden kurulmalıdır. Şurası bir gerçektir ki, eğer Türkiye’nin doğal değer ve güzelliklerini gereği şekilde koruyacaksak, çevrenin tek otoriteye bağlı olması şarttır.

Eğer bu,özerk Çevre Bakanlığı olacaksa, tüm bakanlık ve kurumlar, özellikle belediyeler, bu özerk çevre bakanlığıyla uyum içinde çalışacaklar, onun kararlarına uyacaklar; onun onayı olmadan da, akıllarına eseni yapamayacaklardır. Böyle bir Çevre Bakanlığı, altyapısı olmayan ve tamamlanmayan hiçbir yere inşaat izni vermeyecek ve verilenleri de hemen iptal edecektir. Bu durumda ormanlarımızda önüne gelene maden ruhsatı verilmeyecek, gerekli incelemeler yapılmadan akarsularımıza hidroelektrik santralleri kurulamayacak, deniz-göl ve nehirlerimizi kirleten yatırımlara izin verilmeyecek, turizm köylerinin planları tamamlanmadan çevreye tek bir çivi çakılamayacak, planlarda ise doğal güzelliğe zarar verecek girişimler engellenecektir.

Türkiye’nin Edremit, Ayvalık, Foça, Urla, Çeşme, Kuşadası, Bodrum, Datça, Marmaris, Köyceğiz, Fethiye, Kaş, Alanya ve ötesi gibi yoğun turizm merkezlerinin belediye başkanları, mutlaka tayinle getirilmelidir. Oyla gelen başkanların acemi yönetimleri, sen-ben-bizim oğlan politikaları, yandaş personelle çalışma alışkanlıkları, tribünlere oynama gayretleri, böylesine değerli yerlerimize büyük zararlar vermektedir. İlk yapılması gereken şey, turizm il ve ilçelerinin altyapıları tamamlanmadan tek bir inşaata dahi izin verilmemesidir. Bunun yasalarımıza aykırı bir tarafı yoktur. Hala altyapısı olmayan yerlere inşaat izni vermek, halkın genel sağlığını tehlikeye düşürmek açısından suçtur. Yeterli yolun yok, suyun yok, elektriğin yetersiz, arıtman mevcut değil, olanların ise çalışmıyor. Üstelik çoğunun çöplük sorunu felaket durumda. Buna rağmen hala inşaat izni veriyorlar. Birinin buna dur demesi lazım. En çarpıcı örnekler Bodrum-Marmaris ve Çeşme’dir.

Biz genelde Ege ve Akdeniz üzerinde duruyoruz. Ama Karadeniz de aynı durumda, hatta bazı yerler daha da beter vaziyette. Son yıllarda Karadeniz’in iç ve dış turizminde gözle görülür bir hareket, canlanma var. Bu durumu da dikkate alarak, güney bölgelerimiz için önerdiğimiz tedbirleri, buraları için de düşünmeliyiz.

Son olarak, özellikle Muğla’daki turizmden para kazanılan tüm ilçelere zarar veren Büyükşehir uygulamasını da vakit geçirmeden, süratle kaldırmalıyız. Zararın neresinden dönülse kardır. Bu konunun da, bahsettiğimiz önlemler çerçevesinde ele alınmasında sayısız faydalar vardır.

Çevre ve turizm konusunun üzerinde durmaya devam edeceğiz.
 
                                   
 

Bu Makale 29.11.2016 - 20:21:03 tarihinde eklendi.


Kullanıcı Yorumları
  • Mehmet Ali 11.10.2016 - 12:32

    Turizm bölgelerinde ilçe belediye başkanlarının merkezden atanması süper fikir. Cup oturuyor. Bunu senelerdir ben de söylüyorum. İktidarın da işine gelir ama muhalefetimiz genelde eleştiri odaklı çalıştığı için; böylesine faydalı bir adıma da karşı çıkacak; 'demokrasi elden gidiyor' diye milleti galeyana getirecektir. Bunu keşke turizm bölgeleri halklarına sorsalar.. Demokrasi budur.

En Çok Okunanlar
Bunları Okudunuz Mu?
Yazarlar
Tüm Yazarlar
GÜNCEL HABERLER
SEKTÖREL HABERLER

Turizm gündemine ilişkin haberlerin her gün mail adresinize gelmesi için abone olun.