Bir yol hikayesi
Üzerinden dünyanın en ünlü ve önemli yollarının geçtiği, üç kıta arasında kendisi doğal bir köprü konumundaki bir coğrafyada yaşıyoruz. "Eski Dünya” olarak da bilinen bu üç kıta arasında Anadolu‘ya uğramadan, hangi nedenle olursa olsun, seyahat etmek neredeyse imkansızdır.
Bu yollardan biri hemen hepimizin bildiği “
İpek Yolu” (MÖ 130) diğeri, daha eski olmasına karşın daha az bilinen, “
Pers Kral Yolu” dur (MÖ 547). Her ikisi de
Anadolu üzerinden doğuyu batıya bağlıyor, farklı kültürler arasında köprü kuruyordu.
Çin’den başlayıp farklı rotalarla Avrupa’ya ulaşan ipek yolu kültürleri, doğal ve teknolojik ürünleri olduğu kadar bilinen ilk seyyahları da iki yönde taşımıştır.
Lidya Krallığı'nın başkenti
Sart’ı,
Pers İmparatorluğu’nun başkenti
Persepolis’e bağlayan yaklaşık 2700 km uzunluğundaki bu yolu Persli atlılar gece-gündüz, yağmur- çamur demeden, günümüzün fiber-optik hızıyla karşılaştırılabilecek müthiş bir hızla 9 günde (12,5 km/saat) kat edebiliyorlardı.
Amaçları, temel işlevleri farklı olsa da bu iki kadim yol Anadolu’ya dünyanın en karizmatik coğrafyası niteliğini kazandırmıştır. Anadolu’nun hem kültürel ve hem de doğal değerler bakımından zenginliği, yollarla beslenen bu özel konumunun armağanıdır. Bugün turizm olarak tanımladığımız küresel etkinlik yol ve yolların kesiştiği coğrafyalarda başlamış ve yoluna devam etmiştir. “Yol” anlaşılmadan turizm anlaşılamaz!
Aslında yolun kendisi de bir turizm değeridir. Örneğin orta çağdan beri kullanılan
Santiago (
Camino) yürüyüş yolu bunlardan biridir ve
Unesco tarafından İnsanlık Mirası olarak tanınmasının yanında
Avrupa Konseyi Ana Cadde Onursal Unvanını da almıştır. Bir bölümünü yürüdüğüm
Korsika Adasındaki GR 20 Yolu, Kilimanjaro Yolu (Tanzanya), The Narrows (ABD), İnka Yolu (Peru), Overland Trac (
Avustralya) gibi her yıl her birine on binlerce yerli-yabancı turistin katıldığı yüzlerce ünlü yürüyüş yolunu bu listeye dahil edebilirsiniz. Başta
Likya Yolu olmak üzere,
Frig Vadisi, Aziz Paul, Kaçkar Dağları, Hitit gibi yürüyüş yollarının, mütevazi ölçülerde de olsa, ülkemiz turizmine çeşni katmakta olduğu görmezden gelinemez. Ancak sorulması, üzerinde düşünülmesi gereken konu ya da soru potansiyeli yüksek bu değerlerin geliştirilmesi ve tanıtılmasına yönelik olarak nelerin yapıldığı ya da bir şeyler yapılmasının planlanıp planlanmadığıdır.
Turizm yatırımlarının henüz ivme kazanmadığı dönemlerde (1970’li yıllar) hazırlanan
Güney Antalya Turizm Gelişim Projesinde,
Antalya ile
Kemer arasındaki yolun ulaşım değil “
Manzara Seyir Yolu” olarak tanımlandığını ve plana dahil edildiğini hatırlıyorum. Ulaşım ve hatta enerji nakil hattı için, manzaranın ve yaratacağı görsel değerin bozulmaması düşüncesiyle, dağların kuzeye bakan tarafındaki vadinin kullanılması önerilmişti. Farkında mıyız bilemiyorum ama ülkemizde turizm patlaması yaşanmadan önce “yol” bir turizm ürünü olarak görülmüş ve turizm planlarında yerini almıştı. Antalya’da ilk görevim sırasında (1975-76) birlikte çalıştığım 4 Kanadalı uzmandan biri
Beldibi’nde bir diğeri de Kemer’de ev kiralamışlardı. Her gün o zamanlar stabile olan bu yolu keyifle kullanarak Antalya’ya gelip gidiyorlardı. Bugün aynı yolu kullananların bu keyifli manzarayı görme imkanları yok ancak estetiğe duyarlı gözler enerji hatlarının neden olduğu çirkinliğe takılabilir. Ne proje alanı için öngörülen yatak kapasitesi artırılırken ne de bu manzara seyir yolu genişletilirken turizm sektöründen ulumlu ya da olumsuz etkin bir ses duymadığım gibi yatak sayısının artırılması ve yolun genişletilmesi yönünde baskılar yapıldığına tanıklık ettim. Bu yol üzerinde,
Çamdağ Tüneli çıkışında Antalyanın tarih öncesine ait, duvarlarında şematize insan, dağ keçisi ve geyik figürleri bulunan Beldibi Mağarası'nı bulunduğunu duymuş muydunuz?
Bu karayolu aslında, kıyıya yığılmış konaklama tesisi ile sınırlı dar bir turizm anlayışından sıyrılıp
Faselis,
Ksanthos,
Patara,
Göcek,
Marmaris,
Datça,
Bodrum,
Didim,
Milet,
Efes,
Bergama,
Çandarlı,
Assos,
Truva ve
Çanakkale’yi de içine alan değerler merkezli geniş kapsamlı bir turizm anlayışına geçilebilmiş olsaydı, dünyanın sayılı karayolu rotalarından biri olarak tasarlanıp yaşama geçirilebilirdi. Bu yol üzerinde dünyanın 7 harikasından ikisinin üç büyük kütüphanesinden ikisinin yer aldığını da gözden kaçırmayın. Yaklaşık 1500 km uzunluğundaki bu gerçek “
Kültür Yolu” en ünlü yürüyüş yolumuz
Likya Yolunu desteklemiş olabileceği gibi karayoluna paralel olarak
Çanakkale’ye kadar uzatılabilmesini de olası kılabilirdi.
Hatırlarsınız, yaklaşık 10 yıldan beri
Finike-Demre,
Kaş-Kalkan arasındaki, muhteşem manzara seyir yolu, niteliğinin artırılması bir yana genişletilmesi-ki katledilmesi anlamına gelir-sıklıkla gündeme getiriliyor. Bu yola benzer turistik bir yolu- benzer lafın gelişi, eline su bile dökemez-
Güney Afrika’da, “
Chapman’s Peak Drive (
Chappies)”, üstüne para vererek geçmiştim.
Kaputaş Plajı
Chapman’s Peak Drive Turizmi 12 aya yaymak, turizmi çeşitlendirmek konularını şehvetle tartışan kanaat önderlerinin bu hedefi hayata geçirebilecek yolları bir türlü bulamamış olmalarını yolu bir turistik ürün olarak görememeleriyle açıklayabilir miyiz? Oysa “yol” turizmi 12 aya yayabilmenin ve çeşitlendirmenin olduğu kadar turizmi ülke sathına da yaymanın en etkin araçlarından biridir.
Tüm turizmi kıyı şeridi boyunca ince bir hat üzerine (ki bunu yıllar önce “hat” turizmi olarak adlandırmıştım) yığarsanız kalabalıklaşma ve ulaşım gibi pek çok soruna yol açabileceğinizi de güvence altına almış olursunuz. Turizmi tüm ülke sathına yayabilmenin (ki buna satıh turizmi adını vermiş,
Atatürk’ün ünlü sözüne gönderme yaparak “hat turizmi değil satıh turizmi” sloganını önermiştim) yolları üzerinde kafa yormamak bugün turizm destinasyonlarında yaşamakta olduğumuz ulaşım ve kanalizasyon başta olmak üzere pek çok sorunumuzun atasıdır.
Yine hatırlardadır, günümüzde hizmet veren
Antalya-Alanya kara yolunun inşası üzerine de şehvetli tartışmalar yapmış, turizmin başkenti Antalya’nın en önemli sorunu olduğu iddiasında bulunmuştuk. Şimdilerde aynı iki nokta arsına otoban inşa edilmesinin turizm üzerine etkilerini tartışıyoruz. Yine turizm gibi geniş ve çok katmanlı bir alanda yaşanan karmaşık bir sorunun tek bir araçla çözülebileceği yangısına düşüyoruz gibi geliyor bana. Görüşlerime katılmanız ya da onaylamanız beklentim değil ancak olayları bu açıdan değerlendirenlerin olabileceğini hesaba katmanızı bekleyebilirim sanıyorum. Beş yıl önce “
İlk Düğme” yazımda belirttiğim gibi ilk düğme ait olduğu iliğe denk getirilememişse diğer düğmelerin yapabileceği pek bir şey yoktur. Ya gömleği çıkarıp atmak ya da tüm yanlış düğmeleri çıkarıp uygun iliklerle buluşturma zorunluğu var…
Gelecek yazımın konusu arıtma tesisleri ve turizm olacak… sevgi ve saygı ile…
Bu Makale 06.11.2024 - 13:26:00 tarihinde eklendi.