Bu sabah bir tweet attım ve orman işletme müdürlüklerinin depremzedelere yakacak odun dağıtıp dağıtmadığını sordum.
Soğuk, deprem kadar acı ve can alıcı çünkü. Depremden kaçanların soğuk havaya yakalandığını, ellerine geçen odun parçalarını yakarak ısınmaya çalıştıklarını üzülerek görüyoruz. Ormancılardan beklenen öncelikli ve gecikmeden yerine getirilmesi gereken konu bu soruna destek sağlamak, yakacak odun temini (sembolikte olsa) sağlamak olmalıydı. Orman İşletme Müdürlüklerine sormamın nedeni soruna en yakından muhatap olan, en yakın birim olmasıdır. Yetkili meslektaşlarımın, orman bölge müdürlerinin onayını bile beklemeden, inisiyatiflerini kullanarak halkın yardımına koşmaları gerektiğine inanıyordum. Onay sonradan alınabilirdi. Galiba yanılmışım. Yanıldığım tek konu da bu değil ne yazık ki… Diğer kurumların yaklaşımının da pek farklı olmadığı gözleniyor. Odun teminini akıl edemeyen meslektaşlarımdan odasını açmakta isteksiz davranan konaklama tesisi yöneticilerine, ekmek ve battaniye sağlamayı beceremeyen kuruluşlardan yağma peşindeki rezillere uzanan insanlık sınavında felaketlere ne ruhen ne de bedenen hazır olduğumuz apaçık ortada.
Turizm Güncel’de yazmaya 2016 yılı başlarında başlamışım. Bu 65. yazım. Doğrudan turizm ve kriz üzerine iki, bir kriz türü olan orman yangınları (uzmanlık alanım) ve turizm üzerine de iki yazı kaleme almışım. Yaklaşık 21 yıl önce 6-7 Aralık 2001 tarihleri arasında İzmir’de düzenlenmiş olan “2. Ulusal Türkiye Turizmi Sempozyumu” kapsamında “Krize Dayanıklı Turizm” adlı bir bildiri sunmuştum. Yaklaşık bir yıl önce Turizm Güncel’de yayınlanan yazımı “En büyük kriz, krizlerin nedenlerini didik didik araştırmamak, sorgulamamaktır. Orman ya da turizm fark etmez” diye bitirmişim. İki yıl önce yaşadığımız tarihimizin en büyük orman yangını sırasında yaşadıklarımızı ister devlet, ister sektörler ve ister bireyler seviyesinde yaşadıklarımızı, deneyimlerimizi(!) tek tek ve birlikte değerlendirmeye çalışın, ister içinden geçmekte olduğumuz tarihimizin en büyük depremi ile karşılaştırın. Ama mutlaka karşılaştırın. Bu depremi daha iyi kavrayabilmenize yardımcı olabilir belki.
Manavgat yangını (2021) sonrası “Bu günlerde Manavgat’ta 20 yıl sonra, sahip olacağımız onlarca helikopter ve uçağa karşın alev alev yanacak binlerce hektarlık ağaçlandırma alanları yaratmakla meşgulüz.” değerlendirmesinde bulunmuştum. Bunun, yaşamakta olduğumuz deprem krizine tercümesi “Yaşanan 1999 depreminden sonra ilk ciddi depremde yerle bir olacak binalar, yollar, havaalanları, oteller yapmaya başlamışız” şeklinde olmak durumunda maalesef. Bu deprem için de uzmanlar benzeri şeyler söylemişlerdi. Sonuç apaçık ortada.
Kısaca; felaketler, adları ve şiddetleri ne olursa olsun toplumsaldır, ayırım yapmadan toplumun tümünü etkiler. Afetlerle baş edebilmek toplumun bütününün aktif katılımını, dayanışmasını zorunlu kılar. Gerisi fasa fiso…
Son söz olarak; günümüzden yaklaşık 3 bin 500 yıl önce (MÖ 16. YY) Santorini (Thera) adasında yaşanan bir felaketin antik dünyanın ilk uygarlıklarından biri olarak bilinen Minos medeniyetini nasıl sonlandırmış olduğu yeniden gözden geçirilmesini önerebilirim. Bu deprem İstanbul depremini tetikleyerek Anadolu’yu tarifsiz acılarla karşı karşıya bırakabilir.
Konu bu denli ciddi…
Turizm gündemine ilişkin haberlerin her gün mail adresinize gelmesi için abone olun.
www.turizmguncel.com internet sitesinde yayınlanan yazı, haber, video ve fotoğrafların her türlü hakkı Turizm Güncel A.Ş.’ye aittir. İzin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez.
Copyright © 2018 - Tüm hakları saklıdır. Turizm Güncel
Tasarım & Yazılım Altyapısı DataNet Bilgi Teknolojileri