Akıl iş yapma becerisini sağlar mı?
Birkaç günlüğüne kalmak için yeni yapılmış bir otelde rezervasyon yaptırdım. Son yılların modası olan zincir grup içindeki tesisin internet sitesini incelediğimde aramakta olduğum birçok özelliği taşıdığını gördüm.
Evet, bu tesisten memnun kalacağım garanti gibiydi. Değerli müşteri kartıma iyi bir indirim verdiklerini söyleyince daha görmeden ısınmaya başladım. Hem şehrin merkezinde hem diğer ulaşım olanaklarına yakın olan yerleşim mevki tam da uygunluk belgesi gibiydi. Üstüne üstlük havaalanından özel servis hizmeti vererek beni aldıracaklarını söyleyince her şey yerine oturdu. Artık yapacağım görüşmelerle ilgili çalışmalar yoğunlaşabilirdim. Nitekim de öyle yaptım.
Seyahat günü uçaktan inince beni karşılayacak kişinin telefonu ile konforlu araca kuruldum. Aracı kullanan personel sadece beni alarak otele götüreceğini söyledi. Böylece şehirde kalış serüvenim başlamış oldu. Havaalanı yolunu takip ederek şehre yollandık. Ama yolda gördüğüm eski ve yeni yapılmakta olan çok katlı binalar düzensiz bir şekilde serpiştirilmişti ve ne estetik ne de görgü kurallarına uygundu. Şehirde yabancı olduğum için aracı kullanan kişiye evleri sorduğumda ilginç bir yanıt aldım. Bu evlere modern gecekondu adını vermişler. İlginç olan bu tip yapıların tam da ülke zenginleşiyor denilen yıllarda ortaya çıkması ve bugüne kadar gelebilmesiydi. Bir an kendimi politikacı olarak düşündüm ve evler bana saray gibi geldi. Öyle ya, çamurlar içinde briket duvarlar ve teneke çatıdan beton yığınlara geçmek ilerlemenin tam da tanımıydı. Diğer bir düşünce ise bu arsaların kamu arazisi olmasına rağmen ve binlerce çalışan memura karşın nasıl işgal edilip ev tarlasına dönüşebildiği sorusuydu. Politikacı olmanın ne zorlu bir meslek olduğunu kavramak beni rahatlattı. Yollarla ilgili şoförün anlattıkları ise aklıma pek yatmadı desem doğru olur. Yolu yapmak için her sene eklenti ve ilaveler yapılmaktaymış. Hele alt geçitler çok tehlikeliymiş. Hâlbuki yollar çizgisiz ve düşük banket tedbiri alınmadığı için tehlikeliydi ama en azından yeni görünüşlüydü ve görüntü yeterliydi. Her sene yeniden yapılması ve düz yolda giderken içmeye çalıştığım suyun üzerime dökülmesini dert etmedim. Ne de olsa su çabuk kururdu.
Uzun yıllar önce bize dayatılan karayolu inşası ile medeniyetin taşındığı yolların neredeyse üstüne abanan evlerin ne kadar gürültülü olacağını düşündüm. Ama yol gören evler daha fazla prim yaptığı için yola en yakın konum önemliydi. Hele belediyede adamınız varsa yolun üzerine bile bina yapma şansı yakalamak olasıydı. Yerleşim yerlerindeki evler çoğalınca yolda mecburi olarak trafik ışıkları konması şarttı. Böylece ulaşılacak hedefe yavaş gitmeniz kaçınılmaz olmaktaydı. Olsun, dâhiyane fikir olan alt geçitlerle bu da aşıldı. Süreç ilginçti öyle ki, önce evler, sonra yollar birbirine girince vatandaş ne yapsın. O da bu alışkanlıklar sonucunda araçlarını tokuşmaya gayret ediyordu. Şehirleşme, planlama, proje gibi gereksiz ve vakit tüketen şeylerden arınmak hızlı iş yapmanın erdemiydi. Zaten politikacıdan da beklenen bu özellikti. Yoksa yol geçecek güzergâhı belirlemek, ÇED raporu almak, yerleşim planı yapmak sadece vakit kaybıydı. Atalarımız ne güzel bir kelam etmişlerdi ve “göç yolda düzülür” ulu sözünü düstur olarak almasak ecdadımıza zeval verirdik. Avrupalı Amerikalı örnekler bize vız gelir çünkü hepsi krizden kırım kırılırlarken biz şehirlerimize şehir katmaktayız. Hem o kadar sinmeye ve alçak gönüllü olmaya da gerek yok.
Hafiften başlayan yağmur ile trafikteki hareketimiz önce yavaşladı sonra tamamen kısıtlandı. Ne olduğunu anlayamadığım için etrafa baktığımı gören şoför bana bu durumun acemi sürücüler tarafından yaratıldığını söyledi. Hemen tanık olduğumuz kazaları tarif etmek o kadar zordu ki, bu kadar kısa mesafede aracın böyle bir hıza çıkması ve yoldan savrulması tarif edilemeyecek bir şeydi. Yoksa bir Formula pistine mi gelmiştik. Ancak şoför benim içime su serpti. Çünkü cezalar artırılmış, kameralar 7/24 çalışmaktaymış. Ayrıca cezalar posta ile gönderiliyormuş. Eskiden olduğu gibi trafik polisinin bilgiç uyarıları, duruma göre bir kez af etmeler falan yokmuş. Kameranın gözü görünce ceza kesilirmiş. Kameraların trafiği düzenleyici ve sürücülere yol desteği veren ülkelerdeki uygulamalar aklıma geldi ama yine kendimi çabucak toparladım. Yabancı hayranlığına boş vermek gerekliydi. Yok, neymiş, çifte yollar kazaları en aza indirmiş, eskiden yol olmayınca millet birbirinin üzerine çıkarmış. Bu tip yolların yapım tekniği ve üst katmana konan taşlarının savrulması ile meydana gelen kazalar hep sürücü hatasıymış. Bir diğer tarafı ise, ehliyet sayısı ne kadar yüksek olursa AB giriş süreci o kadar kısa olur güzel deyişini takip eden zamane politikacılarının vebalinin şimdi hiç anımsanmadığı gerçeğiydi. Ancak devlet vatandaşını o kadar seviyormuş ki, artık hangi lastiği kullanması hakkında karar alarak canları kurtarma işini de üstlenmişler. Vatandaş neden bu tedbiri alıp hem kendi hem de trafikteki diğer insanları korumaz gibi bir soru çok abes olurdu. Devlet anaydı şimdi baba da olmuş, ne güzel.
Şehir içi trafik karmaşasına biraz alışmış olarak otele doğru ilerliyoruz ki birden şoför otelin yerini işaret ediyor. İnsan evine gelmiş gibi bir rahatlıyor ki keyif hemen başlıyor. Ama bir gariplik var sanki çünkü yaklaşık bir saattir oteli görmekte olmamıza rağmen bir türlü yaklaşamıyoruz. Aksilik bu ya, karşı yola girmek gerekecekmiş çünkü yol kesişmediği için ilk kavşağa gidip oradan geri dönmek gerekliymiş. Yolları da tek gidiş yaptıkları için otel gözden uzaklaşmaya başladı, hâlbuki biraz önce yanımızdaydı sanki. Her neyse, büyüklerin bir bildiği vardır diye düşünmek içimi rahatlattı. Fazladan 10 km yol kat etmek, bu esnada trafiği doldurmak, araçların yavaş gitmesi hiç dert değil nasıl olsa dünyanın en pahalı benzinini tüketirken maliyeye katkı yapmanın huzurunu yaşamak öyle ulvi bir his veriyor ki insana anlatmak zor. Yollardan geçerken iki şeridin teke düşmesi, araçların iki sıra halinde park etmesi, bir polis otosundan sürekli plaka anonsu yapmasına anlam veremeyince aracı kullanan kişi nazikçe izah etti. Bu bir şekilde tanınmanın yoluymuş. Plaka ne kadar anons edilirse aklıda kalırmış ve kişiler plakaları ile özdeşleştiği için bir şekilde meşhur olurlarmış. Üzerinde düşünülmeli bence.
Otel sonunda önümüzdeki sokağın ilerisinde görünür oldu. İki aracın rahatlıkla geçeceği bir yol ancak bir tarafta araçlar durulmaz tabelaları altında park etmişler ve kalan kısım diğer araçların kullanımına açık ama öndeki kamyondan mal indirilmesini beklemek gerekliydi. O işini bitirince önümüzdeki taksi yolcusunu indirdi, hemen yandaki binanın otoparkından çıkan araçların manevrasını seyre daldık. Yine ilerlemeye başlayınca otelin giriş kapısına en yakın yerde ancak yolda durduk. Otel vardı ama girişe araç geleceği unutulmuştu besbelli. Araç durdu, ben indim, şoför bavulumu indirdi, aracı kapattı ve içeriye doğru yürümeye başladık. Araç halen yolda durmaktaydı. Onun arkasındaki araçlar da öyle tabi ki. Otel girişinde mal sahibi tarafından kiraya verilmiş bir otopark gördüm ancak sonradan öğrendiğim, eğer otel aracı orada durursa otopark ücreti tahsil edilirmiş. Bu nedenle gelen misafirin yolda indirilmesi yaygın bir usulmüş.
Hemen acil işim olmadığı ve sağlıklı olduğum için şükrettim. Ya bunların tersi olsaydı ve ben trafiğe çıkmak zorunda olsaydım acaba ne olurdu? Ambulans ve itfaiye söz konusu değil, nasıl olsa bize bir şey olmazdı. Peki, bu tesisin bu şekilde yapılması için yerel yönetim ve bakanlık nasıl izin vermişti? Turizm açılımı için bunlar göz ardı edilebilir miydi? Bunun geçerli bir önerme olduğunu daha sonraki günlerde yaya olarak yaptığım gezilerde etraftaki otellerde gördüğüm benzer izlenimlerde tespit ettim. Otellerin yönlendirme tabelalarının olmadığı, şehir gezi planlarının bulunmadığı, toplu taşımanın ilkel şekli, yolların çukurluklarla dolu, kaldırım taşlarının oynak olduğu bu yerin etkin bir turizm adası olması çok ilgimi çekti. Yine büyük başarılara imza atmıştık. Hemen engelli vatandaşları düşündüm, neyse ki hiç rastlamamıştım onlara. Yürürken zor ilerlenen yollarda nasıl ilerliyorlardı bilmiyorum ama olimpiyat başarısı olarak kabul edilmeliydi.
Devlet ana kendini ispat edecek bir kural ile sigarayı yasaklamıştı ve kapalı yerlerde oluşturulan ek içme alanları hem tesisleri kaldırımlara doğru taşımıştı hem de açık havada ısınmak amacı ile yakılan gaz ve elektrikli ısıtıcılardan çevreye yayılan karbon ayak izleri aslında her tarafı kirletmekteydi. Ama bu yasak önemli bir başarıydı. Bireye kendini koruma öğretilmeden toplumu düzene sokmak işte böyle şaşalı projeler ile gerçekleşirdi.
Lobide beni karşılayan yemek kokusu, odamdan yan odadaki konuşmaları dinlemek, gece yarısı donarak uyanmak, duş için suyun ısınmasını beklemek, kahvaltıda biten ürünlerin yenisinin gelmemesi, çay makinesi arızalı olduğu için ılık servis yapılması, havluların yıpranmış olması ve küf kokması yanında kahvaltımı yaptığım manzaralı ve geniş cam bölümün kaçak yapıldığının söylenmesi işin tuzu biberi olmuştu. İşte turizm bu şekilde canlanır, kalkınır hatta patlardı. Aman dikkat!
Bu Makale 08.01.2013 - 11:03:34 tarihinde eklendi.