İSRAİL’Lİ ARKADAŞLARIM
Fethiye’de marinadan tanıdığım birkaç İsrail’li arkadaşım oldu.
Danny, Arik, Moşe, Ziv, Eli, David… Bunlar, en çok haşır neşir olduklarım… Fethiye’ de yaşadığım son yedi yıl boyunca onlarla olan ilişkimiz, yakın akrabalarımla olan ilişkimizi aşmıştı.
Danny, ilk karşılaştığımda kardeşim kadar sevdiğim, Osmanlı’ nın torunu olmaya layık Seferat bir Yahudi, Belçika ve İsrail vatandaşı…
Mavi Marmara gemisindeki talihsiz olayların ardından beni aramaya çekiniyordur diye ben onu aradım.
Yetmişlerinde olan Arik Steinmetz ile konuşmuş, Arik ona benim gizli bir fanatik olduğumu, bu olaylardan sonra benimle konuşmanın zor olacağını ve kırıcı olabileceğimi söylemiş.
İsrail’ in birkaç kez sivillere zarar veren askeri operasyonlarından sonra hırsımı ondan almıştım, gönderdiğim elektrik postaları hala unutamamış.
Özünde oldukça vicdanlı bu yaşlı fanatik, doğduğundan bu yana kavganın tarafı, eşkenaz olduğu için muhtemelen ikinci dünya savaşının sonlarında dört, beş yaşlarında iken geriye kalan akrabayı talugatı ile soluğu Filistin topraklarında almış, varlıklı ama dedesi, babası ve kendisinin travmatik bir hayat sürdüğü kesin….
Neyse, Danny’e ‘sende olaylar böyle gelişsin istemezdin, ölenlere en az benim kadar üzülmüşsündür’ dedim.
Son sözü, “Umarım bu işler durulur da torunlarıma hayatımın en güzel günlerini ve dostluklarımı yaşadığım güzel ülkeni, sadece video filimlerinden göstermek zorunda kalmam” oldu. “Şartlar bizi güzel Fethiye’ye ve Türkiye’ye hasret bırakmaz inşallah” dedi.
Geçen gün telefonum çaldı ‘evet’ Danny arıyor;
“Abi, acaba Rodos’tan Fethiye’ye geçsem veya Marmaris’e… Fanatiğin birisinin veya kızgın bir devlet görevlisinin gazabına uğrarmıyız” diye soruyordu
“Olur mu öyle şey… Orası Türkiye, bizim insanımızı tanıyorsun, bizim masuma elimiz kalkmaz, biz eli kanlı katilleri bile besleriz, senin gibi bir Türk dostunun başımızın üzerinde yeri olur, bence benim vatandaşım misafirinin kılına zarar vermez” dedim. “Arayayım arkadaşlarım seni limandan alsınlar, hiç korkma” dedim. Ve bana değil de televizyon ekranlarında gördüğü öfkeli kalabalığın yarattığı sanal korkuya inandığını, Simi’ den beni arayıp ‘abi biz tekneyi Rodos’a çağırdık Fethiye’yi Göcek’ i tutmuyor ama buralarda idare edeceğiz”dediği de anladım.
Bize kavganın tarafı olmak yakışmaz sanki!
Çocuğumuzu döven komşunun oğlu yüzünden, babası ile karakolluk olmaya benziyor bu iş.
Pek şık gözükmez değil mi!
Bir de akil komşu haşat olmuş oğlu yanında, size kadar gelir bir çayınızı içerken, hem sizi, hemde sizin haylaz oğlanı beyefendiliği ile yerin dibine batırır, çıkarır.
Nerede o akil beyefendi?
Sokak kabadayı dolu.
Avusturya’ da öğrenci olduğum yıllarda, müritleri sıradan vatandaşlardan olan bir tarikatın Cami’ sinde ibadet eder, yer, içer zikir ederdim.
Amele yövmiyesinden bana burs vermeye çalışan samimi dostlarım oldu. İnanın bu gemi işi o zaman olmuş olsa idi, o gemide bulunmam ve bir kör kurşuna kurman olmam oldukça mümkün idi. Samimi insanlar, Müslüman’ lar göğüslerini mazluma siper ederler.
Nur içinde yatsınlar günahsızlar…
Alman, Avusturya’lı tabiri ile Baba Vatan’ın bizim tabirimizle Ana Vatan’ın evladına sahip çıkması ve o kötü kaderi değiştirmesi gerekirdi.
İhmal büyük, en iyisi koparın yaygarayı da kimse size hesap soramasın.
Batı yakasında tarihi düşman ekonomik sıkıntıda savunma sanayiine para harcamaz. Doğuda düşman lazım ki çamur da patenaja devam edelim.
Bakın derler ya “Alavere dalavere, bizim Mehmet nöbete!”
Mahallenin kabadayılığı bize düşer, bizde iyi niyetli günahsız çok.
Bilmem haberiniz var mı meşhur Four Season markasının düne kadar sahibi, İzodora Sharp (Kanadalı Yahudi) en önemli ortağı ise Suidi Arabistan Prensi Al-Waleed bin Talal.
Rahmetli Ahmet Kaya derdi, “ Bu ne yaman çelişki annem.”
Bütün bunlar bana yine rahmetli Vehbi Koç’un o anlam dolu duasını hatırlattı;
" Tanrım, bana altından kalkabileceğim güçlükler ver, ancak altından kalkamayacağım güçlükler verirsen, bunları idrak edebilme yeteneği ver."
Hoşca kalın...
Bu Makale 21.06.2010 - 09:59:24 tarihinde eklendi.