Kerem Köfteoğlu

Turizm demek, öykü demektir!

Herkesin kendine göre bir turizm tanımı olabilir.

Bazı uzmanlar, farklı tanımlardan yola çıkarak uzayıp giden tartışmalara girebiliyor. Ancak, turizmin öykü demek olduğu, gezip görülecek yerin anlatılan öykülerle daha da güzelleştiği konusunda fikir birliğinin oluştuğu söylenebilir.

Gezdiğim Dresden’de  dinlediğim öykülere geçmeden önce izninizle önce bölgeye ilişkin biraz bilgi vermek istiyorum. Dresden, Almanya´nın bağımsız eyaleti Saksonya´nın başkenti  ve Elbe Nehri´nin iki yakasında bulunuyor. Dresden  ‘Elbe´nin Floransa´sı’ olarak da biliniyor. Şehir hem mimarisi hem de barındırdığı çok sayıda sanat eseri koleksiyonu yüzünden bu şekilde anılıyor.

Başkent Dresden, İkinci Dünya Savaşı’nda ağır hasar görmüş. Savaş sonrası çabucak toparlanmış. Günümüzde Dresden’in başkentlik ettiği Saksonya Eyaleti ‘İsviçre Saksonyası’ olarak da biliniyor. Saksonya’nın Dresden-Leipzig-Chemnitz üçgenini oluşturan kentleri, çok sayıda gösterişli sarayları barındırıyor. 

Kendine özgü düzenleşmiş park ve bahçeleri, ortaçağ kaleleri, hisarları, şatoları, eyaletin mimarisine damgasını vuran Gotik, Rönesans ve Barok tarzındaki binalar görülmeye değer. Saksonya’yı geçen yıl  650 bini yabancı,  toplam 3.5 milyon turist ziyaret etmiş.  Bu ziyaretlerin 1.300’ü ağırlıklı olarak Leipzig’te düzenlenen fuarlara giden Türklere ait.  

Nüfusu giderek eriyen Saksonya eyaletinde halen 4,3 milyon kişi yaşıyor.  Eyaletin 880’ne ulaşan çeşitli kategorilerdeki turistik tesislerinin toplamdaki  yatak kapasitesi 35 bini aşıyor. Masallarıyla ünlü Almanya’nın bu eyaleti ilginç kumtaşı oluşumları ve masalsı manzarasından dolayı, aralarında Soysuzlar Çetesi,  Okuyucu, Narniya Günlükleri: Aslan, Cadı  ile Dolap ve Cadı Avcısı gibi Hollywood filmlerinde plato olarak kullanılmış.

İlginç yerlerin hepsini göremedik. Ama gezip gördüğümüz yerlerde tanık olduklarımız, turizmin biraz da öykü demek olduğu bir kez daha kanıtlamaya yetti. Gözlemlerimize dönemlerin kral ve komutanlarına ev sahipliği yapmış, darphane ve hapishane görevlerini yerine getiren  750 yıllık Königstein Festung Kalesi’nden başlayalım.  Rehberimiz  kalenin hapishanesinde bir dönem  Johann Friedric Böttger’in hapis yattığını belirterek öyküsünü anlatmaya başladı.

Böttger’in altın formül yerine, ‘beyaz altın’ formülü bulan kişi olduğunu ve porselenin Avrupa’da ilk kez üretilmesini sağladığını söyledi.
Kaledeki dev fıçının bulunduğu Magdalena’nın Burcu bölümünü yine öykülerle süsleyip durdu. Öğle yemeği için seçilen ‘In den Kasematten’ restoranında ise yapılan sunum ve mekânın temaları ilgimizi bir kat daha arttırdı. Ziyaretçilerin ortaçağı biraz olsun yaşamalarını sağlamak adına, restoranın dört salonu 1600’ler Kudretli Dağ, 1700’ler Saksonya’nın Parıltısı, 1800’ler Avrupa’nın Stratejisi ve 1900’ler Son Kral şeklinde tasarlanmış olarak hizmet veriyor. Buralarda da o dönemlere ait öyküler anlatılıyor.

Stolpen Kalesi’nde de rehberimiz, önce ömrünün büyük bir kısmını burada geçiren Güçlü August’un metresi düşes Cosel´in hüzünlü öyküsünü anlattı. Daha sonra Cosel’e ait eşyaların sergilendiği odaları dolaştırdı. Saksonyalı madencilerin bazalt kayaları oyarak açtıkları kuyunun başına geldiğimizde ise bizlerden sessiz olmamızı rica ederek, elindeki su dolu maşrapayı kuyuya boşalttı. Suyun yarım dakika sonra kuyunun dibinde patlayan sesi, kuyunun derinliği hakkındaki bilgileri  daha anlamlı hale getirdi. 

Öykülerle bezenen anlatımlar turizme çok şey katıyor.  Yıllardır söyledik şimdi yinelemekte fayda görüyoruz:  Her turistik merkez veya mekânın mutlaka bir öyküsü olmalı. Çünkü turizm = öyküdür!


Bu Makale 21.10.2011 - 09:13:22 tarihinde eklendi.


Kullanıcı Yorumları
Henüz yorum yapılmadı.
En Çok Okunanlar
Bunları Okudunuz Mu?
Yazarlar
Tüm Yazarlar
GÜNCEL HABERLER
SEKTÖREL HABERLER

Turizm gündemine ilişkin haberlerin her gün mail adresinize gelmesi için abone olun.