Musa Alioğlu

Halkımızın uçamama serüveni

Rivayet olunur ki, kara tren Sivas’a ilk kez geldiğinde ahali trenin önüne ot ve saman koymuş.

Bu kadar insanı taşıyıp uzaklardan getirdiğine göre yorulmuştur diye düşünmüşle herhalde. .  Ne kadar doğru , ne kadar yanlış bilmiyorum. Anlatılanların yalancısıyız. Ama buradan hareketle aklıma başka bir soru geliyor.  Acaba ilk uçak Türkiye’ye geldiğinde ve herhangi bir havaalanına indiğinde bunu görenler ne yapmışlardır? Her şeyi söylemek mümkün. Korkmuşlardır, hayret etmişlerdir, şaşırmışlardır vs.vs.

Türk halkının uçakla tanışmasının hikayesi çok da eski değildir. Elbette Cumhuriyet öncesi Osmanlı ordusunun kullanımında  askeri amaçlı tayyareler vardı. Ama bunları bilen tanıyan ve onların dilinden anlayan çok az kişi vardı. Cumhuriyetten sonra  gelişen Türkiye’ye birkaç tane daha uçak gelmiştir. Zaman geçip, teknoloji ilerledikçe ve de Türkiye Cumhuriyeti ekonomik olarak güçlendikçe yeni yeni uçaklar gelmiş ve halkın hizmetine sunulmuştur.

 

Önceleri tayyare, sonraları uçak dediğimiz bu pervaneli veya motorlu taşıt araçlarını halkın yakından tanıması için çok yıllar geçmiş. Önceleri, bilen, anlayan ve kullananların yanı sıra devlet erkanı uçağa aşina olmuş. Ardından, ağalar, eşraf ve zenginler uçakla tanışmış.  Savaştan çıkan fakir bir ülkenin halkının askerine uçak alınması ve ya üretilmesi için bileziklerini bozdurduğunu biliyoruz. Bir yanda bunlar olurken bir yanda da birileri giderek zenginleşiyor ve ülkenin burjuvazisini oluşturuyordu.

 

Özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bir kesim özellikle çok zengin olup, siyasal desteklerle güçlendikçe güçlenmiştir. Şalvarlı , poturlu aç ve sefil insanların  kağnılarla, at arabalarıyla veya olabilirse kara trenle bir yerden bir yere  gidebildiği dönemlerde, fötr şapkalı, kruvaze ceketli yeni zenginlerin  tayyareyle seyahat etmesi bu döneme rastlar. Zaman geçer , yeni uçaklar gelir zenginler ve elitler konuşurken “Disi nayn la geldim, disi tenle gittim” demeye başlarlar. Yani, DC-9 ve DC-10’a terfi etmiştir sonradan görme savaş zengini burjuvalar. 

 

60’yı yıllar böyle geçer. 70’lı yıllarda durum yine aynıdır. Ülke kan gölüdür, hazine bir cent’e muhtaçtır ama zenginimiz uçağa binmeye devam etmektedir. Anadolu köylüsü tarlada çalışırken “baba bak tayyare geçiyor “ diyen oğluna “ Deyme geçsin” diyecek kadar  kayıtsızdır olup bitene. Bu devran hep böyle devam eder.  Tayyarenin adı, yeni moda dile uyularak uçak olmuştur ama değişen bir şey yoktur.

 

Halk yine otobüslerle kara yollardadır,  kara trenledir ve de kara talihiyle baş başadır. Sonra yine gelişmeler olur ama halktan yana değildir olup biten. Halkın yararına değildir yapılanlar. Birileri hala uçaklarla gidip gelmektedir. F-28’ler denize düşmekte insanlar ölmektedir. Varsın olsun, mutlu bir azınlık uçağa biniyor ya , önemli olan budur.

Zamanla bir şeyler biraz değişir. Devletin dümenine geçenlerden bazıları  “Şaarde ne vaaasa, köyde de o olcek” diyordu ama hiç öyle olmuyordu. Köyle yine köyde gaz lambasına talim ediyor, karasabanın peşinden gidiyordu. Sonra birileri “ Ne ezilen , ne ezen, hakça , insanca bir düzen” diyordu ama hiç de öyle bir düzen kurulamıyordu. Devran yine ol devran devam edip gidiyordu. Vel hasılı kelam köylü köylü kalmaya devam ediyor, fakir fakirliğiyle baş başa yaşıyordu.

 

Makus talih dedikleri bir türlü yenilemiyor, hep galebe çalıyordu.  Anadolu bozkırındaki yanık tenli insanlar otobüslerde , minibüslerde can veriyor, çağdaş medeniyetin nimetlerinden asla yararlanamıyorlardı. Hal böyle olunca uçağa binmek Kaf Dağı’nın ötesindeki bir hayal olarak kalıp gidiyordu. Halkın uçakla tanışmasının gerçek miladi çok ama çok geç olmuştur.

 

Eğer birileri çıkıp ta bir devrim yapalım, kasketliler de, garip gureba da uçağa binsin demeseydi bu durum hep böyle gidecekti. 2002 yılında, devrin ve devrimizin Bakanı Binali Bey, “Yahu bir şeyler yapmak lazım “ deyip işe girişmeseydi. Zamanın ve zamanımızın Başbakanı Tayyip Bey “Yap kardeşim, millet uçağa binsin artık” demeseydi bu iş böyle sürüp gidecekti. Halk uçağa binde binmesine de birileri bol bol yorum yaptı, aklınca dalgasını geçti.  Bu halkın uçma kültürü yok dediler.  Bu halkın uçma kültürü yok kardeşin diyenlere, sormak lazım. Sen uçak verdinde bu halk binmedi mi? Sen uçağa binmeyi öğrettinde bu insanlar “Hayır istemezük “ mi dediler.

 

Ara sıra gazetelerde okuduğumuz haberlere gülüp geçiyoruz. Uçağa binerken şöyle yaptı, böyle yapmadı diye. Evet uçağa binmenin kuralları vardır ve herkes bu kurallara uymak zorundadır. Bakınız 10 yıl önce uçağa yeni yeni binen insanlar için anlatılan ve bize komik  haber diye sunulan olaylar artık yok. İnsanımız artık uçağa nasıl binilir, nereden binilir büyük çoğunlukla öğrendi. Ama Türk halkının kendine özgü bazı hasletleri var ki onlardan zaman içinde vazgeçecektir .

 

Uçakta kadın erkek yanyana  oturan halkım, otobüste bunu yapmaz. Otobüste ayakkabısını çıkaran halkım, uçakta bunu yapmanın ayıp olduğunu bilir. Çıkaran zengin magandalardır. Onlara da kabin görevlileri haddini bildirmektdir. Uçakta hiç kimse kimsenin yerine oturmaz, verilen numaradan şaşmaz. Kemer bağlanacak denildiğinde kemerini bağlar, koltuğunu dik konuma getirir, masalarını kapatır, pencerelerdeki güneşlikleri açar.

 

Zaman zaman bir takım sorunlar yaşanmaz mı , elbette yaşanır. Havalimanı ve uçak kültürünün gereklerinden bazılarını yerine getirirken elbette bir takım sıkıntılar yaşanır. Ama bunlar dünyanın her yerinde olur.  Bunları aşar bu halk. Yeter ki onlara layık olduklarını verelim. İyi uçuşlar Türkiyem. malioglu@sagaairlines.com

 

Bu Makale 08.09.2011 - 15:36:01 tarihinde eklendi.


Kullanıcı Yorumları
Henüz yorum yapılmadı.
En Çok Okunanlar
Bunları Okudunuz Mu?
Yazarlar
Tüm Yazarlar
GÜNCEL HABERLER
SEKTÖREL HABERLER

Turizm gündemine ilişkin haberlerin her gün mail adresinize gelmesi için abone olun.