Erdoğan Gümüş

Gündüz yıldızları

Dün yine çocuklar gibi şendik!
 
Çocuklar için masal kavramı ne kadar önemliyse, biz yetişkinler için de ‘masal dünyası’na girebilmek o denli önemliymiş meğer... Bir doğa yürüyüşünde bir kez daha bunu gördük ve yaşadık. Güneşe dokunduk her şeyden önce. Güneşin bu kadar yakın olduğunun farkına vardık. Doğaya bir kez daha hayran kaldık, seyrine daldık, haz aldık...
 
Bembeyaz bir kar! İleride görünen sırta doğru baktığımızda gözlerimizin kamaştığını fark ediyoruz. Gözlerimizi kamaştıran ne güneş, ne bir projeksiyon, ne de bir kaynak makinasının çıkardığı ışıktı. Karlar üzerinde parlayan ‘gündüz yıldızları’ydı gözlerimizi kamaştıran. 
 
Sabahın ilk saatleri, aracımız Kızılcahamam istikametinde ilerliyor. Bu seneki yoğun kar yağışına rağmen,  havanın birkaç günlük ısınması sonucu geçtiğimiz yerlerde neredeyse kar kalmamıştı, uzakta görünen dağların sırtları hariç... 

 
Ankara’ya 30 kilometre mesafedeki Kazan ilçesini geçer geçmez Ankara’nın içme suyu kaynaklarından biri olan Kurtboğazı Baraj Gölü sağımızda görünüyor. Sabah güneşi gölün üzerine öyle güzel yansıyor ki, bizlere günün güneşli geçeceğini müjdeler gibi... Gülümsüyor adeta biz doğaseverlere. Kargasekmez’i de aşınca Kızılcahamam görünüyor bir anda. Türkiye’nin termal cenneti… 
 
Yer altı su kaynakları bakımından zengin bir potansiyele sahip olan Kızılcahamam, orman örtüsüyle kaplı coğrafi özelliği nedeniyle de Ankara’dan farklı bir ekosisteme sahip. Ankara merkeze 80 kilometre mesafeyle Ankaralılara ‘bir tık’ ötede.  Doğaseverlere, orman içi rotalarıyla alternatif onlarca imkân sunuyor. 
 
Bu defa yürüyüşümüzü, Kızılcahamam’ın köylerinden Yukarı Bayır Köyü ve 1800 rakımlı Hodulcatepe’de  yapmayı hedefliyoruz. Kızılcahamam ilçe merkezine varmadan sağa dönen bir asfalt yola dönüyoruz. Yol bu sene yağan yoğun kar nedeniyle oldukça bozuk. Yer yer çukurlarla dolu bir satıh ve virajlı asfalt yolda ilerlemeye devam ediyoruz. Aşağı Çanlı Köyü’nü geçtikten birkaç kilometre sonra yürüyüşe başlayacağımız noktaya ulaşıyoruz. 

 
Sabah saatlerinde gökyüzü küçücük bir leke bile olmayacak derecede buluttan yoksun. Masmavi ve bir o derece açık. Hava sıcaklığı eksi 1 civarlarında. Güneş, biraz önce Kurtboğazı Baraj Gölü’nde bizlere gülümserken, burada artık ‘hoş geldiniz” dercesine sevimli ve ısıtmaya hazır koruyucu melek gibi tepemizde ışıyor. Yürüyüşçüler için mükemmel bir hava.
 
Karda iz yok. Bizden önce yürüyenler olmamış anlaşılan. İlk ayak izlerini biz oluşturacağız. Trekking’ciler için karda ilk yürüyen olmak hem çok zor hem de çok keyifli. Zira ilk yürümüş olmanın zevki bir tarafa bir de imza atmış olacağız ayak izlerimizle. 
 
Kar kalınlığı en az 70-80 santimetre. Ancak alt katmanda sertleşen kar nedeniyle ayaklarımız 20-30 santimetreden fazla batmıyor kara. Yumuşak zeminlerde biraz daha fazla gömülüyor ayaklarımız  karın içine. Bir ara fotoğraf çekmek için grubun ilerlemesini bekliyorum. En arkada kalıp ekip arkadaşlarımın arka arkaya sıralanmış, ipi andıran görüntüsünü fotoğraf kareme almak niyetim. Beklerken, gözümün alabildiği her yerin bembeyaz olduğunu görüyorum. Arka arkaya tek sıra dizilmiş yürüyüşçüler… İnanılmaz bir sessizlik ve sessizliği yırtan arkadaşlarımın kara basarken çıkardığı ayak sesleri… Askerî bir manganın ‘rap rap’ diye yürüyüşünü hatırlatan bu ritmik ayak sesleri deklanşörün çıkardığı ‘clik clik’ sesiyle karışarak hoş bir tını bırakıyor kulağımda.

 
Hodulcatepe’ye doğru yürüyüşümüz çoğunlukla vadinin güneye bakan yamacından ilerliyor. Bir müddet sonra Hodulcatepe zirvesini gören  bölgeye ulaşıyoruz. Zirveye yaklaştıkça güneş daha yakın görünüyor. Bir taraftan da rüzgarın çöl steplerinde şekillendirdiği kumullar gibi kar yığınlarına  hayranlıkla bakıyoruz. Karlar üzerinde güneşin ışıklarının yansımasıyla kristalize kar tanecikleri birer yıldız gibi parlıyor uzaktan. Doğa bize ‘gündüz yıldızları’nı sunuyor. Bu panoramik görüntüye bayılıyoruz. Arkadaşlarım burayı bir anda fotoğraf stüdyosuna dönüştürüyor. Fotoğraf çekerken öylesine enstantaneler yakalıyoruz ki... Güneş arkamızda, önümüzde, tepemizde ve hatta ellerimizde adeta! Oyun oynuyoruz, dans ediyoruz güneşle bütünleşiyoruz... Düşünebiliyor musunuz? Bırakın şehrin soğuk, gri beton yığınları arasında güneşle oyun oynamayı ya da dans etmeği, görebiliyor muyuz gökyüzünü delercesine yükselen beton yığınları arasında güneşi, ayı, yıldızları? Kaçımız gökyüzünün maviliğinin farkındayız? Kaçımız güneşin nimetlerinin tadına varabiliyoruz?
 
Yarım saatlik neşe ve eğlenceyle karışık bu moladan sonra içimizdeki çocukları arkada bırakarak Hodulcatepe’nin eteklerine ulaşıyoruz. Yukarı Bayır Köyü’nün de içinde yer aldığı vadiye tepeden bakıyoruz. Dağlar uzanıp gidiyor birbiri ardı sıra. Vadinin güney yamacındaki çam ağaçları üzerinde  kar neredeyse yokken, kuzeydekiler tamamen beyaza bürünmüş. Gruptan arkadaşım Nurhan:  ‘Gelinler, damatları bekliyor’ diyor. 

 
Aman Allah’ım, nasıl bir güzelliktir bu! 
 
Gerçekten de manzaraya bakınca çam ağaçlarının görüntüsü, toplu bir nikah törenine hazırlanıyor hissi uyandırıyor insanda.
 
Eeee, bizler de düğüne katılan misafirleriz bu durumda.

 
Kısa ama biraz dik olan son yamacı çıkmıyoruz. Grup liderimiz kar kalınlığının sıkıntı yaratacağını, geceye kalmanın tehlikeli olabileceğini belirtiyor... Zirveye çıkışı bahara erteleyerek kuzey yamactan aşağıya vadiye doğru yürüyüşümüze devam ediyoruz. Yamaçtan inerken, ağaçların arasına dalınca güneş arkamızda kalıyor. Artık soğuğu hissetmeye başlıyoruz. Biraz önce sadece içlikle yürümekteyken giysilerimizi bir kat daha artırıyoruz. 2-3 kilometrelik bir yürüyüşün ardından vadinin altlarına doğru daha dik bir yamaçtan inmek zorunda kalıyoruz. Yamacın dikliği, ayaklarımızı kara saplayarak yürümemize engel oluyor. Zaten öncü arkadaşlarımızın oluşturduğu kaymaya elverişli zemin nedeniyle aşağı kayarak inmekten başka çaremiz de kalmıyor. Kayarak inen her bir arkadaşımızın bıraktığı iz, gittikçe derinleşerek tam bir su kaydırağı gibi bir görüntüye dönüştürüyor inilen yeri. Artık içimizdeki çocukların bir kez daha çıkma zamanı... Adrenalimizin yükseldiği an, işte bu an! Bir anda eğlenceye dönüşüveriyor bu zor iniş… 

 
Yaklaşık 10 kilometrelik zorlu, ama bir o kadar da zevkli bir yürüyüşün sonunda Yukarı Bayır köyüne ulaşıyoruz. Bacalarda tezek kokulu duman tütmüyor. Ne bir köpek havlaması, ne bir inek sesi ne de bir kuzu melemesi… Selam verebileceğimiz birileri yok sokaklarında. Köye gelen misafirleri karşılayan ve koşuşturan çocukları arar oluyor gözlerimiz ama nafile!  Köyün, Kızılcahamam ve Ankara’ya yakın oluşu, kış şartları nedeniyle olsa gerek son kalan yaşlılar da çocuklarının yanına gitmişlerdir diye düşünüyoruz. Çoğu ev virane, köy neredeyse terk edilmiş durumda... Birçok  köyümüzde olduğu gibi.

 
Bir an çocukluğuma gidiyor aklım... Köye gelen yabancıları karşılamak için koşuşturmacalarımız... Ninemin hayat hikayesini dinlemek isteyen meraklı konuklar...
 
Ah nerede o günler! Ah nerede o köyler!

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 


Bu Makale 14.02.2017 - 21:00:54 tarihinde eklendi.


Kullanıcı Yorumları
Henüz yorum yapılmadı.
En Çok Okunanlar
Bunları Okudunuz Mu?
Yazarlar
Tüm Yazarlar
GÜNCEL HABERLER
SEKTÖREL HABERLER

Turizm gündemine ilişkin haberlerin her gün mail adresinize gelmesi için abone olun.