Turizmde yeniliğin, ilklerin ve inatçılığın ismi: Hüseyin Kurtoğulları

Turizmde yeniliğin, ilklerin ve inatçılığın ismi: Hüseyin Kurtoğulları
Sektör kamuoyunun ilgiyle takip ettiği Turizmden Portreler köşemizin yeni konuğu turizm camiasının yakından tanıdığı bir isim, Hüseyin Kurtoğulları... Tüm yaşamı turizmin içinde geçmiş, hatıraları kafasında canlı bir şekilde duran, yaratıcılığı, inatçılığı ve pratik çözümleri ile her daim öne çıkmış bir isim. Hüseyin Kurtoğulları, turizm sektörünün hem neferleri, hem de öncülerinden. Turizm sektörüne büyük katkıları olmuş, sayısız insan yetiştirmiş ve hep yenilik peşinde koşmuş bu duayenin yaşam hikayeseni okurken, herkes kendinden bir şeyler bulacak. İyi okumalar...
Turizmde yeniliğin, ilklerin ve inatçılığın ismi: Hüseyin Kurtoğulları
Turizmde yeniliğin, ilklerin ve inatçılığın ismi: Hüseyin Kurtoğulları
Turizmde yeniliğin, ilklerin ve inatçılığın ismi: Hüseyin Kurtoğulları
Turizmde yeniliğin, ilklerin ve inatçılığın ismi: Hüseyin Kurtoğulları
Turizmde yeniliğin, ilklerin ve inatçılığın ismi: Hüseyin Kurtoğulları
Turizmde yeniliğin, ilklerin ve inatçılığın ismi: Hüseyin Kurtoğulları
Turizmde yeniliğin, ilklerin ve inatçılığın ismi: Hüseyin Kurtoğulları
Turizmde yeniliğin, ilklerin ve inatçılığın ismi: Hüseyin Kurtoğulları
Turizmde yeniliğin, ilklerin ve inatçılığın ismi: Hüseyin Kurtoğulları
Turizmde yeniliğin, ilklerin ve inatçılığın ismi: Hüseyin Kurtoğulları
Turizmde yeniliğin, ilklerin ve inatçılığın ismi: Hüseyin Kurtoğulları

Turizmden Portreler - TurizmGüncel

1946 yılının Temmuz ayında Ankara'nın Bahçelievler semtinde doğmuş Hüseyin Kurtoğulları. Babası Saim Kurtoğulları, daha Mülkiye'de okurken, İsmet Paşa'nın sekreterliğine kadar yükselmiş. Paşa, Saim beyi çok sevmiş ve önünü açarak onu siyasete sokacakmış. Derken bilinmeyen (hala da sır olan) bir nedenle baba baba Saim Kurtoğulları 1952-53 yıllarında partiyi, Ankara'yı ve İsmet Paşa'yı bırakarak Adana'ya yerleşmiş. Kurtoğulları'nın Adana serüveni de böylece başlamış oluyor. Ailenin asıl kökeni ise Rumeli'ye uzanıyor. Baba Vodina, anne ise Karaferyeli'dir.



Kurtoğulları, Adana'ya yerleştikten sonraki süreci şöyle anlatıyor:

Adana'ya yerleşen babam burada ticarete başlıyor. O dönemde ben 6 yaşındaydım. İlkokulu Adana'da bitirdim. Babamın bana yaptığı en büyük iyilik, beni Tarsus Amerikan Koleji sınavlarına sokmak oldu. Bu kolej hayatımda çok büyük rol oynadı. Tarsus Amerikan Koleji ile birlikte Robert Koleji, Üsküdar ve Arnavutköy Kız kolejleri, İzmir Koleji de Amerikan Kilisesi'nin malıydı. Bu okullarda çok İyi ingilizce öğretiliyordu. 60'lı yılların başlarıydı ve Türkiye'de İngilizce bilenler baya önemli adamlardı. Biz de çok iyi İngilizce konuşuyorduk. Yaz dönemlerinde ise İncirlik Üssü'nde alakalı işlerde çalışıyor, onlara tercümanlık yapıyorduk.”



Hüseyin Kurtoğulları daha okul çağında ticarete meraklıdır. Okul kantini gibi çalışıp öğrencilerin karnını doyuruyor ve iyi para kazanıyor. Belli bir yaştan sonra ise babasından hiç para almamış.

Kurtoğulları'nın dayısı ise Türkiye'nin ilk film yapımcılarından Hürrem Erman'dır. Kendisi, Türk sinemasının gelişmesinde büyük katkıları olan inemli bir isimdir.

Bu dönemde Hürrem Erman, baba Saim Kurtoğulları'na bir teklifte bulunuyor: “Adana'da film işletmeciliği yap.” Hüseyin Kurtoğulları, Türkiye'nin en ünlü oyuncularından ve film yönetmenlerinden Yılaz Güney ile de yollarının kesişeceği sonraki süreci anlatıyor:




YILMAZ GÜNEY DÜKKANIMIZIN OFİSBOYU İDİ

“Babam ise siyasetten ayrılmış, adeta sudan çıkış balık gibi o dönemler. Dayım babama, “Git Adana'ya yerleş. Film işletmeciliği yap” diyor. Babam çevrilmiş filmleri sinemalara dağıtıyor. Altta Antalya'dan Van Erciş'e kadar babamın sorumluluğunda.

Yılmaz Güney bizim ofisin resmen ofisboyu idi. Sabah dükkanı açma, süpürme, kopmuş filmleri yapıştırma gibi işleri yapıyordu. Babam Yılmaz Güney'i çok seviyordu ve onu yükseltmek istiyordu. Bir süre sonra Yılmaz Güney'i Pursantajcı (yüzdelikçi) yaptı. Yılmaz Güney filmleri götürüp değişik illerdeki sinemalarda oynatır, bunun karşılığında bir yüzdelik alırdı.”



Peki Yılmaz Güney daha sonra ne yaptı, sinema macerası nasıl başladı?

Tabi büromuza film yapımcıları da gelirdi. Yılmaz abi, birgün büroya gelen yönetmenlerden brine “Bana da bir rol verin” diyor ve veriyorlar. Yılmaz abiyi çok beğeniyorlar ve üç ay sonra İstanbul'a doğru yola çıkıyor. Yılmaz abinin de sinema serüveni başlamış oluyor. Babama olan saygısını gözlerimle gördüm. Bir kere çok candan bir adamdı Yılmaz abi. Kaçak olduğu dönemlerde, haber gönderdim bende kalabilir diye. O da cevap yollamış, “Kardeşimi riske atmam” diye.



EN SON KAYSERİ CEZAEVİNDE İKEN HABERLEŞTİK

Daha sonra görüştünüz mü bir daha Yılmaz Güney ile?

En son Kayseri Cezaevi'ndeyken bir aracı vasıtasıyla haberleştik. Çok memnun oldu aradığım için. Daha öncesinde ise bir anımız var. O zamanlar Levent'te oturuyorum. Babamın bir huyu vardı, öğlenleri mutlaka 30-40 dakika uyurdu. Yine birgün babam uyurken kapı çaldı. Açtım Yılmaz abi. “Baba burdaymış duydum, uyuyor mu” diye sordu. Evet dedim. Koca Yılmaz Güney, gitti başucuna oturdu ve uyanıncaya kadar 25 dakika çıt çıkarmadan oturdu başında. Babam uyanınca boyun kucak oldular. Babam giyindi ve çıktılar. İki gün sonra eve döndü. Abisini tabi ikrama boğmuş... Çok kadirşinas bir insandı Yılmaz Güney. Hakkında kötü söyleyenler oldu ama işin iç yüzünü biliyoruz. Karıma sarkıntılık eden savcıyı ben de öldürürdüm.”



Hüseyin Kurtoğulları kolej bittikten sonra İstanbul'un yolunu tutuyor. Nedeni mi? Hayır iş falan değil, bildiğiniz abayı yakıyor bir kıza. Aile ise eğitimi gerekçe göstererek bu aşka mani olmaya çalışıyor. Kurtoğulları hayatının bu bölümüne dair şu hatıralarını paylaşıyor:

Baktılar baş edemiyorlar, anem bana birgün, “Tamam seni sözleyelim, ikinci sınıfta nişanlayalım, okul bitince de evlen” dedi. Ama bir yandan da şüpheye düştüler ve beni kızdan soğutmak için binbir dolap çevrilmeye başlandı. Annem kurnaz bir kadındı. Birgün bana, “Evleneceğim diyorsun da karına babanın parasıyla mı bakacaksın?” dedi. Hayır dedim. Kapıdan asılı ceketimi aldım ve çıktım. Baba evine de bir daha asla dönmedim.



"HAYALİMDE MİMARLIK VARDI"

Ankara'da Siyasal, İstanbul'da ise dişçiliği kazanmıştım. Ben İstanbul'u tercih ettim. Asıl gönlümde yatansa mimarlıktı. İstanbul'a geldiğimde 19 yaşındaydım ve nikahımızı yapmıştık.

İstanbul'da kısa sürede brikmiş parayı bitirdim. O zaman Işık Mimarlık Okulu vardı. Orayı gözüme kestrdim ve burs aldım. Okulun sahibi Münir Işık ve ailesine minnet borçluyum. Karşılıklı burs istedim, “Hiç gerek yok” dedi ve karşılıksız bursla beni okula kabul etti. Ama biraz Robin Hood vari yaşıyordum. Nerede bir haksızlık olsa dayanamyıp karışıyordum olaylara. Özdemir Sabancı okulda benim abimdi. Bana “Oğlum annene babana bak, ailene bak sana yakışıyor mu, sokak çocukları gibi?” derdi.



PARALAR SUYUNU ÇEKİYOR

Ve Kurtoğulları'nın hayat mücadelesi başlıyor. Cepteki hazır para bitmiş, sorumluluklar artmıştır.

Paralar suyunu ekince ben de iş aramaya başladım bir yandan. Delikanlılık var ya, hanımı da çalıştırmıyoruz. Yıl 1966, o zamanlar Yeşilyurt yeni yapılanıyor. Karda buzda ameleye iş koymadıkları günlerde ben elimde metre binaların tepesinde kalfalara kati hesap raporu çıkarırdım. Onlar da yaptıkları işe göre gider firmalardan hakedişlerini alırlardı. Ölçer, biçer projelendirir aynı akşam da işi teslim eder ve 100 lira kazanırdım. 100 lira çok iyi paraydı. Ayda böyle dört tane iş aldım mı tamamdı.



DERS NOTLARINI TOPARLAYIP CİLTLEYİP ÖĞRECİLEREDE SATIYORDU

Okulda ders notlarını toparlar, Beşiktaş'taki notere giderek bunları daktiloda mumlu kağıda yazdırır sonra da teksirde çoğaltarak öğrencilere satardım. Elimiz ayağımız düzgündü, oradaki kızları da tavlamıştım. Götürüyordum ders notlarını üç dakikada yazıp elime veriyorlardı. Gece 12'ye adar onları harmanlayıp dikiyorduk. Ondan sonra da oturup ders çalışıyordum ve sabah da bir iki saat uyuduktan sonra erkenden okula gidiyordum ki teksirleri satıp para kazanayım... Fotoğrafçılık da yaptık okuldayken. Dizayn derslerinde yapılan üç boyutlu çalışmaların fotoğraflarını çeker yine öğrencilere satardım. Öğrenciler yıl boyunca bu fotoğrafları biriktirir albüm yapar ve sonrasında ise geçme notu alırlardı.

1966 yılında sabit bir işim oldu. Bir süre müteahhitliğini Diyarbakırlı Nuri Onur'un yağtığı Şişli Etifal Hastanesi'nin inşaatında çalıştım. Torpille girmiştim ama kimsenin “A işte torpilli mimarlık talebesi” demesini istemediğim için işçilerle birlikte tuğla taşıdım. Ay sonunda Nuri Onur bana “Al bu senin aylığın” dedi ve 700 lira verdi elime. O zamanlar deli para...



KAYHAN RENT A CAR'DA İŞE BAŞLIYOR

Bir süre sonra okul bastırmaya başlamış ve Hüseyin Kurtoğulları daha esnek bir arama derdine düşmüştür. Gazete ilanıyla gittiği araba kiralama şirketi, aslında onun turizmle tanışmasına da vesile de olur. Araba yıkarak başladığı araba kiralama işi, onu farklı maceralara taşıyacak bir kapı aralar..

Bir gazete ilanıyla bir turizm şirketini aradım ve gittim. Oto kiralama işi. Görevim arabaları yıkamak, kontrollerini yapmak ve kiralamaya hazır hale getirmekti. Mesai sabah 08.00, akşam 07.00 ve haftada bir gün iznim olduğu için patrona iznimi okula gittiğim günlere göre yarım gün gün kullanmayı teklif ettim. O da bunu kabul etti ve işe başladım. Kendisi müzik öğretmeni olan patronum, okuduğumu duyunca bana bu konuda yardım edebileceğini söyledi.

İLK İŞİ, İLK BAHŞİŞİ

Bir süre sonra burada bana bir iş çıktı. Dünya Bankası İkinci Başkanı, karısı ve bir arkadaşı ofise geldi ve İstanbul'u gezmek için şoförlü bir araba istedi. Diğerleri işteydi ve ofiste benden başka kimse yoktu. Patronum bu müşterileri benim gezdirmemi istedi. İstanbul'u doğru düzgün bilmiyorum. O gün arabayla çıktık ve İstanbul'un tüm önemli yerlerini patronumla birlikte gezdik. Bana birkaç tane de kitap verdi ve gidip evde okumamı istedi.

Ertesi gün misafirleri aldım ve İstanbul'da istedikleri yerleri gezdirdim. Adam çok memnun kaldı ve bunu da patronuma özellikle ifade etti. Patron da, “Size doğrusunu söyleyeyim. Elimde hiç eleman yoktu. Kimse olmayınca mecburen ofis elemanımı verdim. Memnun kaldıysanız, umarım o da sizden memnun kalır” dedi ve ben hayatımdaki ilk yüklü bahşişimi aldım...



Okul hayatı nasıl gidiyordu o zamanlar?

1960'ların sonuna doğru okul karışmıştı. Öğrenciler boykota başlamış ve dekanın odasını işgal etmişlerdi. Birgün kapı çaldı. Açtın baktım okuldaki solcu öğrenciler. “Hüseyin gel, seni mimarılk bölümüne başkan yapacağız” dediler. Hayatım boyunca hep sosyaldim ve hayır da diyemedim. Gidip ortama baktım. Benim arkadaşlardan bir kişi bile yoktu. Ben de “başka planlarım var” deyip esrarengiz bir havaya bürünerek oradan uzaklaştım ve uzun süre de Beşiktaş'ta görünmedim.

"FARE DAĞA KÜSMÜŞ DAĞIN HABERİ OLMAMIŞ"

İyi bir öğrenciydim. O kadar zorluklara rağmen normal öğrencinin yapamadığı dereceleri yapıyordum. Hayati Tabanlıoğlu adında bir hocam vardı. Hazırladığım projeyi eften püften gerekçelerle reddetti. Biz de tabi bunu yiyecek adam değiliz. Hayati beye dedim ki, “Ben bu projeyi hazırlıyorum, sen de yiyorsa beni bırak” dedim. Bir dönem kaybettim, okulu bırakmak üzereydim. Oukulun genel sekreteri Sezer abi vardı. Meşhur spiker Banu Güven'in babası. Sezer abi, gelip çalıştığım yerden kulağımdan tutarak zorla tekrar okula götürdü. “Lan tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış. Tabanlıoğlu'nun umurunda mısın, hayatın kayacak” dedi. Tekrar okula başladım ve yüksek dereceyle mezun oldum. Şansıma o yıl okul devletleşti ve benim diplomam “Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisi, Mimarlık Yüksekokulu” olarak verildi. Buna rağmen hayatımda hemen hiç mimarlık yapmadım.



Ancak mimarlık eğitimi hayatım boyunca bana çok büyük bir baston olmuştur. Benim sanat tarihi hocam Prof Doğan Kuban'dı. Gerisini söylemeye gerek yok. Bir gün Rum asıllı bir Amerkalı arkeolog profesör geldi ve iyi ingilizce bilen şoförlü araba kiralamak istedi. Tanımlar bana uyuyordu. Adam çıkarıp bana bir kağıt uzattı ve, “Buralara gideceğim. Buraları öğren çünkü vakit kaybetmek istemiyorum. Beni sakın dolaştırma” dedi.

"MEMLEKET VATAN HAİNİ DOLU"

Tamam dedim ve yola çıktık. İlk durak Pantokrator, (Zeyrek Camii). Orada kilise ve cami iç içedir. Hala restorasyonunu bitiremediler. Bu memleket vatan haini doludur. Benim öğrenciliğimden beri restorasyon halinde ve ne hikmetse bitirmiyorlar. Bitirilse, bütün dünyaya iki tane monateistik dinin ibadet yerinin bir arada olduğunu göstermek çok güzel olurdu...

Sonra gezi devam etti, bazı yerlere daha uğradık ve adam bahsettiği yerlerin hepsini bilmeme çok şaşırmıştı. 100 dolar bahşiş aldım; çok büyük bahşiş.



KAYHAN RENT A CAR MACERASI 6.5 YIL SONRA BİTİYOR

Hüseyin Kurtoğulları, 6.5 yıl çalıştığı Kayhan Rent a Car'dan nihayet ayrılır. Kuzeni Bahattin Yücel ve 27 Mayıs zabitlerinden başarılı binbaşı Numan Esin ile birlikte yeni bir rent a car şirketi kurar. İşler çok iyi gider ve şirket kısa süre sonra büyük bir yapıya dönüşür. Kurtoğulları, şirketi kurma sürecinden ayrıldığı zamana kadar geçen süreyi ve yaşadklarını da aktarıyor...

Şirketin kurulma süreci oldukça ilginç. Bahattin Yücel ve Numan Esin hapiste tanışmışlar. Vehbi Koç, Numan Esin'e, “Sana altı tane TIR vereyim, sen taşımacılık yap. İş de hazır. Bizim TOFAŞ'ın mallarını çekeceksin” diyor ve Numan Esin böylece nakliyeciliğie başlıyor. Altı TIR'la başlayan şirketin araç sayısı, oluyor 15, 25... Solcu olduğu için hapse düşüyor ve orada da Bahattin Yücel ile tanışıyorlar. Bahattin de benden ve yaptığım işten bahsediyor. Hapis sonrası Numan Esin yanımıza geldi. İşi anlattım. Aradan bir hafta geçtikten sonra Numan Esin telefonla aradı ve “hadi başlayalım rent a car işine” dedi. Böylelikle yeni iş maceramız da başlamış oldu...



İŞLER ÇOK HIZLI BÜYÜR...

İş hızla büyüdü ve biz 11 tane daha Renault aldık. Arabaları özellikle yabancı şirketlere uzun dönem kiraya verdiğimiz için elimizde araba kalmıyordu. Ereğli Demir-Çelik fabrikasını kuran Amerikalı şirket, bizden 12 tane araba istedi... Sekizinci ayında şirket oto finansmana geçmişti. Yani Numan Esin'in yatırdığı paralar geri döndüğü gibi, para kazanmaya da başlamıştı. Bir de o zaman arabalar çok ciddi değer kazanıyordu. Yatıp kalkıyorsunuz Renault'un değeri bir misli artmış. Derken bizim filodaki araba sayısı 40'a ulaştı. Şirketin lisansı Esin Rent a Car...



"EUROPE CAR'IN TEMSİLCİLİĞİNİ ALDIK"

Benim bir tikim vardır; kağıt keserim makasla. Anla ki bir halt çıkacak altından. Teleks'in başına geçtim, hemen bantı hazırladım ve Eurpe Car'a teleks çektim. Dedim ki, “Sizin İzmir'de bir temsilciniz var. Bütün Europe Car'ın Türkiye'deki temsilcisi olduğunu söyleyip bize de bunu satmak istiyor. Sizinle mi görüşmeliyim, yoksa onunla mı?” diye sordum. Bir saat sonra Paris'ten telefon geldi, “Sakın onunla görüşmeyin onun öyle bir yetkisi yok. Bizimle görüşeceksiniz.” diyordu telefondaki ses.

Üç gün sonra Türkiye'ye gelen Europe Car temsilcisi, İzmirli temsilciden lisansı alarak bize verdi. Bunun üzerine bir de Europe Car rezervasyonları yağmaya başladı.



"NUMAN ESİN BİZİM AMATÖR HEYECANIMIZDAN ÇOK FAYDALANDI"

Bahattin, ben ve Numan Esin 6.5 yıl çalıştık. Şirketin yarı hissesinden biraz fazlası Numan Esin'deydi. Ancak Numan Esin rabbena hep bana diyen biriydi. Bana “Hüseyin'ciğim, insanların amatör heyecanından faydalanacaksın” derdi. Numan Esin bizim amatör heyecanımızdan çok faydalandı. Vatan gazetesini çıkartırken, neredeyse bütün finansmanda benim kazandığım paraları kullanıyordu. Çay kaşığıyla toplayıp, kepçe ile dağıtıyorduk. Gazetede Cengiz Çandar, Zafer Mutlu, Can Ataklı gibi isimler çalışıyordu.



HÜSEYİN KURTOĞULLARI ESİN RENT A CAR'DAN AYRILIYOR

Bahattin'e dedim ki bu iş böyle gitmez. Numan Esin kaçak olduğu için yurt dışındaydı. Bahattin'i Numan Esin'in yanına gönderdim. Teklifimiz, büyük hissenin bizde olacağı yeni birşirket kumaktı. Bahattin İsviçre'ye gitti geldi ve bana konuşamadık dedi. Ancak konuşmuşlar. Numan Esin Bahattin'e, “Sen bu işi öğrendin artık. Hüseyin çok heyecanlı, önünü açalım. Onun şirketteki hissesini sana vereyim.” demiş ve Bahattin de kabul etmiş. Ben hissemi alarak şirketten ayrıldım. Numan Bahattin'e yüzde 19 yerine sadece yüzde 5 hisse verdi. Zaten bir yıl sonra da Bahattin büyük bir kavgayla ayrıldı. Para da alamayacaktı onu da ben önledim. Hertz Bahattin'de kaldı. Europe Car Numan'daydı. Ben de gittim Inter Rent'i aldım.



"KAYHAN BEY KÖTÜ BİR PATRONDU AMA..."

Hüseyin bey anlattığınız yıllar aynı zamanda Türkiye'nin sosyal ve siyasal yaşamının en çalkantılı olduğu yıllar. Tanık olduğunuz dönemle ilgili olarak gerek kendi yaşamnızdan gerekse o zamanki toplumsal yaşamdan neler anlatabilirsiniz bizlere?

Hayat gailesi içinde, hiçbir zaman siyasi taraf olmadım, olamadım. Ama tabi ki belli görüşlerim vardı. Yıllar sonra solcu arkadaşlarım bana ‘esas solcu senmişsin’ dediler. Hiç yolumdan dönmedim. Çalışmamla, kendi özel hayatımla insanlara davranışımla. Ne mutlu bana ki Kayhan Bey gibi bir patronum oldu. Iyiyi de kötüyü de gördüm, çok kötü bir insandı. Eziyet eden, kötü bir insandı. Ben o kötülüğü de gördüm. Çalışanlarıma o gördüklerimi hiçbir zaman uygulamadım, korktum. Kul hakkından çok korkarım.

"DOĞUYA ATATÜRK'ÜN VERDİĞİ ÖNEM VERİLSEYDİ..."

Bugünkü yaşamdan çok farklıydı o zaman tabi. Hukuk vardı. Herkesin geçim gailesi vardı. Bu öyle hemen olacak şey değil. Eğitim konusundaki sorunlar hep vardı. Ben hayatım boyunca Türkiye’de en büyük sorunun eğitim sorunu olduğunu söyledim. Çok gezdim. Güneydoğu’da, Doğu’da…  Eğer ki siyasiler Atatürk’ten sonra bölgeye gerekli önemi verselerdi, sözlerinin onda birini tutsalardı bugünkü kötülükleri görmezdik. En azından aşiretleri görmezdik…

O kolay değil. Rahmetli Ecevit bir toprak reformu çıkardı, ona çok karşı çıktılar. Tabi ki karşı çıkacaklar. Halk cahil olduğu için ağalar, paşalar korkutup burnundan çekip istediği yöne götürüyor.



TURİZM SEZONUNU VAN'DA AÇIYORLAR, DEMİREL DE KATILIYOR

Kurtoğulları, döneme ilişkin Gevaş kaymakamın turizme dair çığlığını da anlatıyor. Çatışmalar nedeniyle turistlerin ayağı doğu ve güneydoğudan kesişmiş, oteller kapanma aşamasına gelmiştir. Kurtoğulları, kendini arayıp yardım isteyen Gevaş kaymakamına, 'Şu anda yapacak bir şey yok, bu şartlarda oraya turist getirmemiz imkansız ama şöyle bir şey yapabiliriz. Her yıl  Kapadokya’da, Meryem Ana’da, Efes’te, Ayasofya’da açtığımız turizm sezonunu bu yıl Van'da açabiliriz.' dedim.” diyor ve devamını anlatmaya koyuluyor:

Fikir herkesin hoşuna gitti. Yıl 78 falandı.  Başaran’a Süleyman Demirel'i arattırdım. Demirel, çok severdi böyle işleri. Aradık, 25 dakika sonra geri döndü, ‘5 Nisan'da müsaitim’ dedi.

Yemekte yanımda oturan iki kişi aralarında konuşuyorlardı. Kulak misafiri oldum. Durumu konuşuyorlardı. Sonra sohbete dahil oldum. Bana, “Abi senin terörist dediğin benim köküç arkadaşım. Evinde 11 çocuğu var. En az olanın 6 çocuğu var. Çocuklara bakacak hali yok. Biz devletten para mara istemiyoruz, biz zenginiz, paramız var. Devlet bize ne yapacağımızı söylesin. Burada ne iş yaparız ki para kazanırız, istihdam sağlarız. Benim dağdakini aşağıya indirmem inan 5 dakika sürmez.” dedi.

"BÖLGEYİ KARIŞTIRIYORLAR"

Ama böyle bir şey olmayınca, insanlara parayı veren tutup onu dağa götürüyor. Kimlerin olduğu biliyorsunuz. “Amerikan bilmem neyi nerede.” Ne işin var senin orada? İşte hep bu organizasyonları yapıyorlar. Avusturya, Fransa, İngiltere ve sonunda Amerika. Bunlar Türkiye’nin o bölgesindeki bütün dezavantajlarımızı bize çeviren, bunlardan faydalanan ülkeler. Ama biz de çanak tutuyoruz buna. Adamın dediği şu: ‘Senin çocuğun olsa, bakamasan ne yaparsın? Dedim senin cebine  dalarım. Vermezsem ne yaparsın dedi? Dedim seni öldürürüm. Bende bitti. Bir daha o dağdakine terörist demedim.



"TÜRKİYE SOSYAL GELİŞİMİNİ TAMAMLAYAMADI"

2015 yılında yaşıyoruz, sosyal yaşamı görüyoruz. İlkesel olarak toplum ilerlemecidir. 60-70-80’li yıllardan bahsettiniz. 60’dan bu yana 55 yıl gemiş. O zamandan bu yana toplumsal yaşamı nasıl gözlemlediniz? O günden bugüne bu toplum ilerledi mi geriledi mi? Özellikle sizin nesilden insanlar çok eleştiri getiriyorlar bu konuya dair.

Herkes aynı şeyi söylüyor, Türkiye gerileme içerisinde. Ben gerileme demiyorum, beklenen sosyal ilerleme Türkiye’de olmamıştır. Atatürk’ten sonra hiçbir şey yapılmamıştır. Her şey kendi ivmesi ile yürümüş gitmiştir. Çünkü müthiş bir ülke, Allah her şeyi vermiş ama bize kafa vermemiş. İlerlemiyoruz. Yahu 60l’ara bak aslanlar gibi çocuklar çıktılar, öldüler. O konuda tek hata, tek onaylamadığım şey silahlı eylemdir. Ama bugün o gençler yok. Öyle bir baskı altına alınmış ki on yıldır Türkiye, herkes korkuyor.



"DEVLETE RAĞMEN TURİZM BÜYÜDÜ"

 TÜRSAB zamanlarında çok önde olduğum için tanınan bir kişiyim. İtalya'yı arıyorum diyorum ki, “Utanmıyor musunuz, insan birazcık etik davranır. Niye belden aşağıya vuruyorsunuz Türkiye’ye?” Tamam hoş görüyorum, kıskanıyorsunuz. Kıskanmakta da haklısınız. Türkiye son 8 yılda turizmde büyük bir ivmeyle gidiyor, devlete rağmen. Bunu ben yapıyorum acenteci, sen otelci, Güllüoğlu baklavacı. Bana göre birinci sınıf bir Türkiye tanıtımcısıdır…

İtalyan bana diyor ki, ‘Ortak saçmalama, benim bir şey yaptığım yok ben bunların hepsini senin televizyonunda görüyorum, burada yayınlıyorum ki insanlarım görsün. Sen sabahtan akşama adamın elinde bıçak, karısına 19 kere saplıyor, öte tarafta herifin birinin elinde silah, yolun ortasında sıkıyor, birine değiyor ve ölüyor görüntüleri ve haberleri yayınlıyorsun. Bir tane masum 8 yaşında kız resmi koyuyorsun, 8 kişi bunu iğfal etti diye yazıyorsun yanına da. Ben uyarmaz mıyım kendi adamımı gelmesin diye. Tabi ki işime de geliyor.’

Eski gençlik diyoruz, onlar politize olmuş durumda. Solcusu da var, sağcısı da, suya sabuna dokunmayanı da var. Herkes bir şekilde müdahil. Herkes gazete okuyor, dergi okuyor, bir aydınlanma dönemi. Şimdi bakıyorsunuz, toplum survivor, evlenme programı izliyor.

"TÜRKİYE'NİN GİDİŞATINI İYİ GÖRMÜYORUM"

Türkiye’nin son yıllarda gidişatını iyi görmediğini belirtiyor Hüseyin Kurtoğulları. “Amerika'nın son yıllardaki politikasının farkındayım.” diyen Kurtoğulları, Türkiye'nin şu anki durumu için ise şu değerlendirmeyi yapıyor:

1.5 yıldır Amerikanın Türkiye üzerinde bir ambargusu var. Hiç kimse hayır diyeemez buna. Çok basit bir şey, emlakçılara sorun. Bazı kıstaslar var, kimse buna dikkat etmiyor. Yabancılara ev kiralayan emlakçılar var. Bir tanesi var çok ünlü, başarılı bir çocuk,  dedim ki 2014’ten bu yana kaç tane yabancıya ev kiraladın? “Abi 2014 ten beri 2 tane ev kiraladım. 27 tane müşterim de evlerini boşalttı ve gitti.” dedi. Yabancılar Türkiye’yi terk ediyor. Bugün ben otobüsle şehir turu yapıyorum. Yüz kişi içinde 1 tane Amerikalı bulamazsın. Bulduğun zaman bingo. Ve daha kötüsü, bu işin orantısı nasıl gidiyor; yüzde 10 kadarı yeni Zelandalı, Avustralyalı birkaç kişi, Avrupalı. Birinci sırada Hintliler var şu an. Sonra Katar, Arap çok düştü. Gelip gelmeyeeğinden şüpheliyim geçen seneki gibi olmayabilir. İranlı, Pakintanlı falan filan... Aldığı ziyaretçi de Türkiye’nin kendi ekseni gibi kayıyor.



"KARIMA HALA AŞIĞIM"

Şimdi biraz özel yaşamınızdan konuşmak istiyorum. Eşinizle hala evlisiniz? Biraz anlatır mısınız. Özellikle işin yoğun olduğu dönemde nasıldı aile yaşamınız? Çocuklarınız nasıl etkilendiler?

Hala evliyim, o aşk hiç bitmedi. Evden çıktıktan 5 dk sonra arayıp seni çok seviyorum diyorum. İki tane kızım oldu.  Çocuklar artık kabullendiler benim işimi. Ama ilk başlarda, eve geç gitmem falan sorun oluyordu. Anneleri iyi ki çalışmamış, çok iyi yetiştirdi iki kızımı da. Bir kızım sinema televizyoncu oldu. Sonra evlenip yurt dışına gidince mesleği bırakmak zorunda kaldı. Anadili gibi İngilizce ve Fransızca konuşuyor. Küçük kızımın finans sektörüne girmesini çok istedim. Çünkü benden küçük kardeşlerim, yakınlarım vardı Halkbank’ın başında falan o zamanlar, Akbank, Yapıkredi.. Üniversiteyi bitirdikten sonra tutturdu, içinde varmış turizmcilik. Ben ofisten iş bakarım, iş görüşmelerine buradan giderim falan diyip öyle kendine bir yer yaptı. Farkettiğimde çok geçti, dizginleri eline almıştı. 14 yıldır burada benimle çalışıyor. Büyük kızımdan bir torunum oldu. Şu anda 20 yaşında. Allaha bin şükür iyi ki benim torunumsun, ya başka birisi olsaydı ne yapardım diyorum. Kız küçükken Paris’te yetişti. Fransızcası çok iyi. Okurken İngilizcede bölgesinde birinciydi. Bununla küçükken sohbetlerimiz olurdu. Çok şanslı bir çocuksun derdim. Ingilizce biliyorsun, Fransızca ve Türkçe biliyorsun. 3 dil. Fransızcayı çok iyi bildiğinden İspanyolca öğrenmen 6 ay. Rehberlerimden biliyorum. 2 ay yolluyorum İspanya’ya, öğrenip geliyorlar. İtalyanca da aynı şekilde. Sen 20 yaşına geldiğinde 5 dil konuşacaksın.

Bana göre çocuklarımıza verebileceğimiz en büyük miras bu. Ama şimdi okullarda bakıyorsun hala gak guk öğreniyorlar. Yunanistan da falan böyle mi yahu? Liseyi bitiren adam canavar gibi Almanca Fransızca konuşuyor. Bizde malesef böyle bir şey yok. Biz Mohaç meydan muharebesini 3 kere okuduk kardeşim. Şimdi bana sorsan anlatamam. Geçiniz, hakiki hayata bakmak lazım.



"FUARLARA BİR DAHA KATILMADIM"

Şimdi tabi turizm de değişti sizin zamanınızla aynı değil. Kar marjları, turizmden gelen para konuşulduğunda 80’ler denildiğinde herkes bir ah çekiyor. Cidden çok para kazanılıyormuş. Ama gittikçe düşüyor anladığım kadarıyla. Çok fazla rekabet var, rent a carlar, uçak şirketleri vızır vızır.. Artık cazibesi de yavaş yavaş kayboluyor gibi geliyor bana. Insanlar kendileri seyahat ediyorlar. Insanlar yine geziyor ama artık kendileri planlıyor.

TÜRSAB'da genel kurul öncesi insanları toparladık ve acentelere, “Ayağınızı denk alın. Teknoloji herkesi dara sokacak. Artık eskisi gibi iki sandalye, bir masa ve bir de telefonla yapılan acentecilik dönemi kapandı.” dedik. Yurtdışı fuarlar da bitti aslında. Ben en son WTM Londra Fuarı'nda, “Bundan sonra bu fuara gelmiyorum. Bu İngilizlerin bizi soymalarına dayanamıyorum. Hem dünya para alıyorlar, hem de köpek muamelesi yapıyorlar. Bu teknoloji çağında artık buna gerek de yok.” dedim. Benden sonraki yıl fuara 13 kişi gitmedi.

"HER GEÇEN GÜN FİYATLAR DÜŞÜYOR"

Artık turizmin mantığı da değişti. İnsanlar seyahatlerini kendilerini organize ediyorlar. Gruplarda ise arıyorlar otelleri, “Sen şu fiyatı vermişsin, benim bütçem ise bu. Buraya düşersen grup rezervasyonu yaparım.” diyor. Otelcinin biri düşmezse fiyatı diğeri muhakkak düşüyor ve fiyatlar bu şekilde aşağıya çekiliyor. Aynı şey yer hizmetleri için de geçerli.

Deprem oluyor, bakıyorsunuz tüm otelciler fiyatlarını indiriyor. Neden? Çünkü otel bomboş. Yapma, fiyatları indirme! Fiyatları indirirsen bir daha yukarı çekemezsin. Kaldı ki, insanların gelmemesinin nedeni fiyatların yüksek olması değil, deprem olmuş; o yüzden gelmiyor. Müberra Eresin (İyi bir otelcidir o kızcağız) “Depremden sonra fiyatları eski seviyesine çekmemiz tam 3 yıl sürdü.” demişti.



Bu süreçrten sonra işleriniz nasıl devam etti? Biraz daha buradan gidelim isterseniz.

Sonraki dönemlerde araba kiralama işi epey bir düştü. Özellikle havalimanlarındaki çeteleşme ve yüksek kiralar yüzünden işler azaldı. Bir bakıyorsun adam orada dükkan açmış otel satıyor. Hangi oteli sattığı bile belli değil. Eskiden Sirkeci'de otobüs garı vardı. Sorarlardı, nereye abi, Adana. Gel abi gel... Binersin, bir bakmışsın Kırşehir otobüsü. Havalimanında otel satanlar da aynı. Malesef bu çetenin içinde havalimanı idarecileri de var.

O tarihlerde Tarabya ve İstanbul'un Sarıyer ilçesi küçük Arabistan gibiydi adeta. Bir gün Sarıyer Belediyesi'ne gittim ve Ali Sandıkçı'ya, “Senin bir acente ile işbirliği yapman lazım. Tek başına bu hizmetleri veremezsin.” dedim. Tamam bakarız, makarız dedi ama bir daha arayıp sormadı.

ÖZAL SARIYER BELEDİYESİ'NE PLAN TUR'U ÖNERİYOR

Sonra Ali Sandıkçı beni aradı. Emri kimden aldığını da biliyorum, haberi bana da gelmişti. Turgut Özal... Demiş ki Sandıkçı'ya, “Bak bu turistler senin bölgende. Kaynıyor burası. Bu işi tek başına yapamazsın. Sen yanına bir seyahat acentesi bul. Bak Plan Tur diye birisini duyuyorum, onunla bir görüş.” demiş. Özal'ın bana çok iyilikleri olmuştur. Bosphorus Princess teknemi onun verdiği teşvikle yaptım. Turgut Özal, turizme müthiş kafası çalışan bir adamdı... Neyse, biz Sarıyer Belediyesi ile birlikte bir yıl boyunca birlikte çalıştık Arap turistlerle ilgili. Bursa'ya her gün bir veya iki otobüs kaldırıyordum. Şimdi Yeni Şafak'ta gazetecilik yapan Hikmet Genç de benim Arapça rehberimdi. Sonra o güzel günler de bitti. Çünkü Arapları soymaya çalıştık, onlar da Mısır'a gitmeye başladılar.



GÖZÜ OTOBÜSLERDE KALIYOR

Hüseyin Kurtoğulları'nın SightSeeing macerası, bahattin Yücel'in ona, “Hadi kalk Londra Fuarı'na gidelim.” demesi ile başlıyor. Yücel'in amacı yaklaşan seçimler öncesi kulis yapmaktır. Kurtoğulları ilk başta pek gönüllü olmasa da kabul edip gidiyor. Londra'nın ünlü kırmızı otobüsleri ile de burada tanışıyor. Hemen kafasında bir şimşek daha çakıyor; bu otobüsleri İstanbul'da çalıştırsam nasıl olur diye.

Hemen arayışlara başladım. Bir arkadaşım, Beşiktaş'ta makine mühendisi bir abi var, ona bir danışsana dedi. Gittim danıştım. Dedi ki, Bursa'da yapılan çift katlı otobüsler var. Yalnız millet sevmedi bunları. Şimdi ucuza satılıyor, al bunlardan bir tane, götür kim yaptıysa Bursa'da üstünü kesip versin sana... Gittim Bursa'ya bir iki yeri gezdim. Kimseye de söyleyemiyorsun projeyi, çalarlar. En son bir yere gittim, İsmail adında bir usta. Bunu yaparım ama bir yıl boyunca doluyum dedi.



  SAFFET ULUSOY DEVEREYE GİRİYOR: ULA UŞAĞUM...

Dönüşte Saffet Ulusoy'un yanına gittim. Geçmiş tarihte, Ticaret Odası komisyonu seçimlerinde Saffet ve Yılmaz Ulusoy'a büyük bir iyiliğim dokunmuştu. Saffet “Uşağum o surat nedur.” dedi. Hiç sorma hacı dedim. Durum böyle böyle. Hemen İsmail'i aradı ve okkalı bir küfür savurdu. “Sen o adamı biliyor musun, o adam bizim ailedendir. Ne ettin sen? Hüseyin'i ara bul, İşini hallet, bana da tekmil ver.” dedi. Kendisine Allah'tan rahmet diliyorum.

Üç ayda bana kırmızı bir otobüs yaptılar. Tabi mimarlığım da burada çok işe yaradı. Tasarımın her aşamasında kendimden bir şeyler kattım. Arabayı getirdik Sultanahmet Meydanı'na. Zamanın belediye başkanı Ahmet Çetinsaya, sağolsun şimdikiler gibi değil, bana hemen bir mobo verdi. Bir açılış yaptık, 7 gün süreyle tüm kanallarda bizi gösterdiler.

Bir süre sonra bu otobüsleri yapıp tüm dünyaya satan Peter Numan'ı davet ettim. Geldi benim otobüsleri gördü ve çok beğendi. Gittikten sonra da bana telefon açarak, “Bu iş çok büyüdü. 10 ülke karar verdik bunu Sightseeing Worldwide adında çok uluslu bir şirket haline dönüştüreceğiz. Seni de aramıza katmak istiyoruz.” dedi. Kurulan bu yapının 11. kurucu ortağı oldum.



Daha önce de dediğimiz gibi, Kurtoğulları yeniliklerin adamı. Bir Londra seyahati sırasında Thames Nehri üzerinde bir teknede verilen bir galaya katılır eşi ile beraber. Kendi deyimiyle “boklu nehrin” üzerinde yüzen bu tekneye hayran kalır. Türkiye'ye döner dönmez Teşvik için başvurur ama sürenin dolduğu yanıtını alır. Hemen Özal'a bir telefon; “Efendim ellerinizden öperim, durum böyle böyle...” 25 dakika sonra Teşvik Uygulama'dan bir telefon: “Hüseyin bey kusura bakma biz yazıyı yolladık sana ama sonradan fak ettik ki senin evrak geldiğinde teşvik yürürlükteymiş. Belgeni hemen hazırlıyoruz.” Bosphorus Princes'i de böylece Özal'ın yardımıyla alır Kurtoğulları. Bununla birlikte değişik ebat ve özelliklerde 4 tane tekne daha satın alır.

Teknelerinden Speedy ile ilgili bir anısını şöyle anlatıyor Kurtoğulları:

Suud kralının teyzesi Büyükada'ya gidecek hızlı bir tekne istiyor. Speedy adlı tekne ile Yılmaz Kaptan kadını 28 dakikada Çırağan'dan Büyükada'ya götürüyor. Kadın, gidene kadar bu tekneyi bana bağlayın demiş.  Günlük 6 bin euro ve yürüdüğü her saat başı 1000 eurodan kiraya verdik. Toplamda bir saat kullanmadı ve 6 gün sonra 36 bin euroyu ödedi. Prenses'e “Kusura bakmayın bu para pek helal gelmedi. İzin verin sizi buradan havalimanına götüreyim” dedim. 25 dakikada Ataköy Marina ve oradan da VIP raçla havalimanı. Kadın dedi ki, “bir dahaki gelişimde tekne için adres Plan Tur.”



Sightseeing işi iyice yaygınlaşmaya ve başkalarının da dikkatini çekmeye başlamıştır. İspanya'da iflas eden Jullia Tour adındaki şirket önce otobüslerini Hüseyin Kurtoğulları'na satmaya çalışır ama Kurtoğulları almaz. O sıralarda ise İstanbul'da farklı dümenler dönmektedir.



"İETT GİZLİ İHALE YAPMIŞ"

Kızım telefon etti, baba İspanya'da üç tane araba hazırlanıyor İstanbul'a götürülmek için dedi. Ben anladım durumun ne olduğunu. Hakikaten adamlar üç tane araba getirdiler İstanbul'a ve hemen arkama durdular. Ali Müfit Gürtuna gizli bir ihale yapmış meğerse. Benim mobomun iki metre ilerisine de bunlar mobo koydu. Ben iki sene boyunca bunlarla hukuk ve başka yollarla uğraştım. İETT yapmış ihaleyi. Benim İETT ile ne işim olur; ben tur firmasıyım. Hem hukuk, hem de başka yollarla uğraştım ve en sonunda adamları oradan defettim. Giderken arabaları vermek istediler, almadım.



KURTOĞULLARI'NIN OTOBÜSLERİ BAĞLANIYOR

İşler büyüdü, dünyanın 30 ülkesinden rezervasyonlar yağmaya başladı. Belediyenin ihalesini alan şahıs geldi bana, bu ihaleyi sana devredeyim dedi. Onu da kabul ettim. Derken 2013 yılında farklı bir güzergahta yeni bir ihale açıldı ve ihaleyi alanlar 14 tane arabayla karşıma dikildiler. 2014'te İETT ile anlaşmam bitince, bana bu işi artık yapamazsın diye tebligat geldi. Bunu dinlemedim, tur şirketiyim ben çünkü. En sonunda polis zoruyla gelip arabalarımı bağladılar. İhaleyi alan şirket bir türlü yürütemedi ve BigBus'ın yüzde 80'ini 10 milyon dolara İngiltere'den gelen Diyarbakırlı birine sattılar. Bana sorarsanız 1.5 milyon dolar etmezdi. Ama hala havlu atmış değilim. Bekliyorum ki Kadir Topbaş gelsin bu yanlışını düzeltsin. Arabalar ise orada çürüyor.



"SATTIN TÜFEKLERİ BE OĞLUM..."

Geçmişe dair ilginç bir anekdotunuz var mı?

Ekip Turizm'i kurduk onun için yer bakıyoruz. Bir yer buldular, şimdiki Mercan Turizm'in olduğu yer. Meğer sahibi de Turgut Özal'mış. Turgut Bey de sağdaki apartmanda Anavatan Partisi'ni kuruyor. Ben tanımıyorum ozamanlar, Akgün Albayrak'ı araya koydular ve beş milyon lira hava parası ödeyerek ofisi devraldım. İçide biraz da eşyaları vardı Özal'ın. Boynuz ve tüfekler vardı onları da duvara astık gelen geçen görüyor. Birgün kızlar dediler ki, “Aşağıda iki tane Arap var, görüşmek için sizi bekliyorlar.” İndim, “Biz Libya Hava Yolları Genel Müdürü'nün arkadaşıyız. Bu tüfeklerden istiyoruz” dediler. İyi tamam dedim ben de, adresini vereyim gidip oradan alın. Hayır dediler biz 500 tane istiyoruz dediler. Orada bir de adam var bize bakıyor dikkatlice. Ben müşteri zannettim.



Sarsılmazlar'ı arayıp fiyat aldım. O dediyse 80, ben onlara üstüne 100 koyup fiyat verdim. Peşin para. Silahların alınması, nakliyesi ve havalimanı muamelesinde gerekli her şeyi yaptım. Adamlar çıkardı parayı, hayatımda ilk defa binlik dolar görüyordum.



"BEN AKGÜN ALBAYTRAK"

Adam hala orada oturuyor. Afedersiniz siz...? dedim. Adam, “Sattın be oğlum tüfekleri.” dedi. Sen kimsin diye sordum. Ben Akgün Albayrak dedi. Kendisi Anavatan Partisi'nin kurucularından ve Turgut Özal'ın ilk genel sekreteri... İki gün sonra da beni Özal ile tanıştırdı. Özal, “Gel bakalım, bize senin gibi adam lazım.” dedi. Ben de kendisine, “Efendim Maalesef ben baba vasiyetiyle siyaset yasaklıyım. Buna hiçbir şekilde imkan yok.” dedim. Yıllar sonra bir ortamda karşılaştık Özal'la. Yanağımı sıkıp, “Baba vasiyetine devam mı delikanlı?” diye sordu, devam efendim dedim. Siyasete girseydim ben de yozlaşır mıyıdım diye düşünüyorum. Sonra, hayır kanser olur ölürdüm dedim kendi kendime.



ÖZAL'DAN KURTOĞULLAR'INA: SENİN ÜZERİNE VAZİFE DEĞİL

Kurtoğulları bir kere de azar yemiş Özal'dan. Azarın nedenini ise şöyle anlatıyor:

Eskiden yurt dışına çıkış harcı 100 dolardı. Özal'a, “Bir yandan bir vizyonu paylaşıyorsunuz, bir yandan da yurt dışına çıkan insanlardan 100 dolar alıyorsunuz. Hüseyin Kurtoğulları gibi insanlardan 100 dolar almayı bırakın, ona 100 dolar üste vermeniz lazım” dedim. “Üzerine vazife olmayan işlere karışma sen!” dedi.

İyi ki siyasete girmemişim. O kadar çok insan yehtiştirdim ki. 200'ün üstünde, bunların içinde acentesini elimle açtığım insanlar var. Çetin Gürcün bugün TÜRSAB'ın genel sekreteri. Benim müdürümdü. Yanımda çalışırken, acentesini kendi elimle açtım. Tunus işlerimi de ona devrettim. Bugün Çetin'in başarıları ile gutut duyuyorum. Tunus işini Türkiye'de ilk yapan ve THY'nin oraya uçmasını sağlayan kişi de benim.



VODİNA'DA PAPAZI MÜSLÜMAN YAPAN DEDE

Sohbetin sonlarına doğru Kurtoğulları duvardaki bir portreyi gösteriyor ve onun da hikayesini anlatıyor. Kurtoğulları'nın dedesi Vodina'da müftü. O dönem Vodina'da haham, papaz ve müftü var. Üçü de çok iyi arkadaş ve kardeşçe yaşıyorlar.

Bir papaz geliyor hoca efendiye. Ben yıllardır vaazlarınızı dinliyorum, hak dinine geçeceğim diyor. Bu da müftü efendinin çok hoşuna gidiyor. Yalnız bir isteği vardır. Müftü efendinin resmini yapmak istiyor. Papaz aynı zamanda ressam. Dedem, “efendi, bizde resim yoktur biliyorsun” diyor.  Yine de yarın ola hayrola diyor. Ertesi gün kabul ediyor resminin yapılmasını ancak papaz resmi bitiremeden dedem ölüyor. Babam o kadar benziyor ki dedeme, papaz efendi babama bakarak dedemin resmini tamamlıyor.



KURTOĞULLARI DA ATEİST NİDA'YI MÜSLÜMAN YAPIYOR

Yıllar sonra, bir otelci aradı ve Rus bir kadının Müslüman olmak istediğini ama yolunu yordamını bilmediğini söyledi. Kadını getirttim buraya. Kendisi kimya profesörü ve önceden ateistmiş. Kuran'ı üç kere hatmetmiş. Aradım tanıdığım bir müftüyü durumu anlattım. Müftü dedi, getir buraya prosedürlerini yapalım, şehadetini de sen yaptır, sevabı sana kalsın. Yıllar sonra, Hüseyin Zühtü Efendi'den sonra Hüseyin Kurtoğulları da birisini Müslüman yaptı. Şimdi, Dina, bayramda, seyranda arar, halimi hatırımı sorar. Kızım, kardeşim gibi.

"ARTIK ELİMİ ETEĞİMİ ÇEKİYORUM HER ŞEYDEN"

Hüseyin Kurtoğulları, aslında epey kırgın. En büyük nedeni ise bunca emek verip heyecanla hayata geçirdiği Sightseeing işinden haksız bir şekilde el çekmek zorunda bırakılması. Kafasında turizm adına daha onlarca proje var. Ancak bunları hayata geçirmeyecek. Çünkü mesleği ve çalışma yaşamını noktalıyor. Sahip olduğu her şeyi satılığa çıkarmış. Plan Tur, tekneler... her şey satılık. “Benim mesleği bırakmam kimsenin umurunda olmaz, bu hükümetin hele hiç umurunda olmaz. Mesleği bırakmamın birinci nedeni ise Kadir Tpbaş'tır. İşi bıraktıktan sonra eşimi dostumu ziyaret edeceğim. Sonrasında ise muhtemelen Bodrum'a yerleşeceğim.” diyerek sohbeti noktalıyor Hüseyin Kurtoğulları.



Bu Haber 26.10.2015 - 09:09:17 tarihinde eklendi.
Kullanıcı Yorumları
  • Serhad USLAN 27.08.2015 - 04:56

    Boşuna USTA olunmuyor

  • murat birecik 07.08.2015 - 01:38

    sayın kurtoğulları.. öyle, kadir topbaşa kızıp işi bırakmak yok... sen, muammer ve fahrettin gibi bürokratlar da tanıdın. ben, seni ikna edeceğim. sacit vasıtası ile beni bulabilirsin. selam ve sevgilerimle. murat birecik bu arada, edacığım, böylesine karizmatik bir köşe için teşekkür ederim

  • Koray Kızıldeniz 03.08.2015 - 11:44

    Kenisinden ve tecrübelerinden çok faydalanabileceğimiz Yüce Bir Çınar, Türk Turizmin en değerli kilometre taşı Hüseyin Ağabey, paylaştığın bilgi ve anıların için teşekkür ederiz. Umarız hep beraber el ele Türk Turizmin hak ettiği yere gelmesine vesile oluruz... Allah uzun ömürler versin,saygılarımızla... The Marmara Taksim Hotel Concierge Ekibi

  • selahattin Dal 25.07.2015 - 01:21

    Koca Cinar, oncumuz Huseyin abimiz ne guzel aci tatli bir turizmci hayati yasamis. Bu arada ne guzelve saglam arkadasliklari olmus Bahattin Yucel ile Basaran Ulusoy ile. neredeyse TURSABin ilk kuruculari sayilirlar ve bibirlerine destek olmuslar.Herzaman TURSAB yakin diyaloglarini daha iyi anladim. Allah uzun omurler versin

  • observer 15.07.2015 - 12:50

    vay be.. ne deneyimler

En Çok Okunanlar
Bunları Okudunuz Mu?
Yazarlar
Tüm Yazarlar
GÜNCEL HABERLER
SEKTÖREL HABERLER

Turizm gündemine ilişkin haberlerin her gün mail adresinize gelmesi için abone olun.